6 Nisan 2012 Cuma

İnsanlık Durumu- Hannah Arendt

İnsanlık durumu, Hannah Arendt’in 1956 yılı Nisan ayında Chicago
Üniversitesi’nde verdiği Charles R. Walgreen Foundation dersi sayesinde ortaya
çıkmıştır. Arendt, bu derste Marksizm’deki Totaliter Öğeler konusuna
değiniyordu. Totalitarizmin Kaynakları, Nazi’lerle ilgili oldukça fazla bilgi
içeriyor ancak Stalin’in cinai sınıf  Mücadelesinin Marksist çerçevesi hakkında 
hiçbir şey barındırmıyordu ve Arendt Marksist kuramın hangi özelliğinin böyle
bir felakete neden olduğunu merak ederek araştırmaya başladı. Ancak böyle bir
kitap hiç yazılmadı. Ama bu zengin içerikli araştırma İnsanlık Durumu’nun
oluşmasına yardımcı oldu.
Arendt için çok kullanılan ikili karşıtlıklar çok kısıtlayıcıdır. O, yeni,
çoğu üçlü olan karşıtlıklar ve onların ayrımlarını yapmıştır. Çünkü ona, klişe
olan zıtlıklar, kendi tanımlamalarını ve araştırmalarını yaparken
yetmemektedir. Örneğin: Yeryüzü ile dünya ya da güç, şiddet ve kuvvet
arasında. Kitapta,  ilerlemeyi sağlayacak olan modern inanç  sorgulanmaktadır.
Çünkü iki buçuk bin yıl önce yaşamış olan insanların tecrübelerinden çok
önemli dersler çıkartacağımız varsayımları yapılmıştır.
Kitap hem zor hem de farklı bir büyüsü vardır. Bunun nedeni Arendt’in
aynı anda pek çok şeyi yapmasıdır. Okumalarda içiçe geçmiş bir sürü
düşünceler ve sürprizlerle karşılaşılmaktadır. Arendt, eylem yetisinin en zor
koşullarda bile varolabileceğini hatırlatmayı amaçlamıştır. Ancak hiçbir zaman
insanlara ne yapmaları gerektiğini söylememiştir.
          Kitabın en belirgin prensibi, emek, iş ve eylemdir. Hannah Arendt, dini
ve felsefi otoriteler tarafından bu ayrımların gözardı edildiklerini söyler. Ayrıca,
kafasındakinin “İnsanlık durumunu en yeni deneyimlerimiz ve korkularımızdan
hareketle yeniden ele almak” olduğunu söyler.
İnsanlık Durumu’nu çözümlediğimizde, insan dünyasına farklı açılardan
bakanlarla aynı dünyayı paylaştığımızda gerçekliği görebileceğimizi göreceğiz.
Bunlar olmadığı takdirde, bizler kendi öznel deneyimlerimize sıkışıp kalırız.
Arendt, eylemi gerçekleştiremeyeceğimiz durumlar olduğunu, bu
durumlara çare olabilecek bazı şeylerin varolduğunu ancak bunların
ulaşılabilirliğin kısıtlı olduğunu söyler. Önlenemeyen süregelen şeyleri
durdurmak için farklı eylemlere doğru gitmenin mümkün olduğunu ancak bunun
tek başına geleceği güvence altına almayacağını ya da geçmişin yaralarını
sarmayacağını söyler.
Emek, iş ve eylem, insanın hayatının içinde mutlaka bulundurduğu
ve bulundurması gereken durumlardır. Vita Activa terimini açıklamak için de
vazgeçilmez kavramlardır. Emek, yaşam sürecine karşılık gelen bir etkinliktir.
İnsanın emek harcaması hayatının kendisidir.
İş, doğadan tamamen farklı, yapay şeyler oluşturur. İnsanın iş durumu
dünyasallıktır. Eylem,doğrudan insanlar arasında geçen tek etkinliktir,
yeryüzünde insanın değil insanların yaşadığına, çoğulluk durumuna karşılık
gelir. İnsanlık durumunun bu yanları, çoğulluk durumunu oluşturur.
          İş, eylem ve emek doğum ve ölümle, doğarlık ve ölümlülükle yakından
ilgilidirler. Emek, türün hayatını garanti eder, işin ürünü olan dünya, ölümlü
hayatın geçiciliğine kalıcılık kazandırır, eylem ise siyasi düzenlerin kurulmasını
ve muhafaza edilmesini sağlar, yani tarihin koşulunu yaratır. Emek ve işin
kökleri doğarlıktadır ama doğarlıkla en ilgili olan eylemdir.
Ölümsüzlük, zaman içinde var olmak demektir. Yunanlıların inanışına
göre, doğaya ve Olimpos’un tanrılarına verilmiş fani olmayan hayat,
ölümsüz hayattır. Yunanlıların ölümsüzlüğe duyduğu ilgi, ölümlü olan
insanların hayatlarını tamamen kuşatmış olan ölümsüz bir doğa ve ölümsüz
tanrılardan kaynaklanmaktadır.
Ölümlülerin görevi, varolmalarını hakettirecek ve sonsuzluk içinde biraz
olsun kendilerini evlerinde hissedebilecekleri bir şeyler üretmektir,ancak bu
şekilde kendilerine bir yer bulabilirler. İnsanlar ne kadar ölümlü olsalar da
ürettikleri şeylerle ölümsüzlüğe kavuşabilirler, onlar bu yeteneğe sahiptirler.
Doğanın onlara vereceği  zevklerle yetinenler hayvanlar gibi yaşarlar ve
hayvanlar gibi ölürler.Heraklit bu kanıdaydı ancak Sokrates sonrasında bu
düşüncede olan hiç yoktu.
Sokrates, düşüncelerini yazarken titizlenmezdi. Bir düşünür, kendisini
Ebedi olmaya ne kadar kaptırmış olursa olsun, aklındakileri kağıda
Dökerken tek düşüncesi, yazdıklarından ve düşüncelerinden izler bırakmaktır.
Sokrates vita activa teriminin derinine dalmış ve vita activanın süreklilik tarzını
ve ölümsüzlüğü seçmiştir.
“Hiçbir canlı varlık gerçek ölümü belli bir zaman zarfında sürdüremez”.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder