10 Ocak 2014 Cuma

Ulucanlar Cezaevi Müzesi

Türkiye Tarihi’nden izler taşıyan Ulucanlar Cezaevi Müzesi’nin proje sahipleri, Adalet Bakanlığı’na ve Ankara Altındağ Belediyesi’ne, restorasyon yapılırken Ulucanlar’ın anılarını sildikleri için tepki gösterdiler.

Ankara Ulucanlar Cezaevi’nin her yeri tarihten izler taşıyordu. Mahkumların duvarlara yazdığı yazılar ve yaptıkları resimler, 15 Haziran 2011’de Altındağ Belediyesi’nin restore etmesiyle tarihten silindi.

Mahkumlar burada yatmasalar bile, o dönemdeki bütün idamlar 1925’te kurulan Ulucanlar’da yapılıyordu. Bu idamlardan biri, günümüzde hala konuşulan ve acıyla anılan Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan idamlarıydı. Belki de onların dar ağacına çıkmadan önce yürüdüğü koridor ve duvarlar, yıllarca onları anlattı diğer mahkumlara.

Sadece onları değil, Nazım Hikmet Ran, Necip Fazıl Kısakürek, Yılmaz Güney, Bülent Ecevit, Fakir Baykurt’u da anlattı o duvarlar. Belki de Ahmed Arif’in burada yazdığı “Hasretinden Prangalar Eskittim” şiirini o duvarlardan okudu yeni gelen mahkumlar.

Mimarlar Odası, 2007 yılında, 30 bin metrekare olan Ulucanlar’ı “Türkiye tarihine tanıklık etmiş bir cezaevi, günümüze nasıl uygun restore edilir” konulu yarışmaya sundu. Yarışmadaki Yüksek Lisans Kategorisi 1. Ödülü’nü mimarlar Figen Kıvılcım Çorakbaş, Gürem Özbayar, Zeynep Kutlu kazanmış ve onların projelerinin, mülkiyeti Adalet Bakanlığı’na bağlı olan Ulucanlar Cezaevi’nde uygulanması uygun görülmüştü.
“Duvarları ellediğimizde sıvalar dökülüyor ve sigaralardan, gazetelerden ve daha bir çok şeyden oluşan zulalar çıkıyordu ortaya” diyor Ulucanlar Cezaevi Müzesi’nin proje sahipleri. “Çıkıyordu” diyor çünkü o zulalar artık yok.

Proje sahipleri binaları anılarıyla dolu, olduğu gibi korumak istemiş, projelerinde bunu yansıtmışlardı. Ama Altındağ Belediyesi ve Adalet Bakanlığı onlar gibi düşünmüyordu. Proje sahiplerinin yaptıkları itirazlar işe yaramadı ve binaların neredeyse sadece labirent yapısı korundu.

Cezaevi modern bir yapıya dönüştürülmeye çalışılırken onlardan sadece temizleyip düzenlemeleri ve bazı yerleri yıkmaları beklendi. Duvarlardaki kurşun kalemle yazılmış yazılar için çok mücadele ettiler ama yazılar belediyenin isteğiyle silindi. Daha sonra eskitilmeye çalışılıp yazılar yazılsa da orjinalliği bozulmuştu bir kere.
Uygulama başlatılmadan önce Ulucanlar’da çok daha sade binalar olduğunu, ama yapılan restorasyondan sonraki yapıların çok şık gözüktüğünü söylüyor fikir sahipleri. Bazı binaların orjinallerinin somon rengi olduğunu ve somon olması gerektiğini söylemişlerdi ancak her yer somon rengi yapılmıştı. Tuvaletler tamamen değiştirilip, çift camlar takıldı.

Proje sahipleri Ulucanlar Cezaevi Müzesi’nin son hali için çok yanlış bir yapıya dönüştüğünü söylüyorlar: “Müze olarak kullanılmak isteniyorsa bunların olmaması gerektiğini söyledik ama insanların gelip konfor içinde gezebilmelerini amaçladılar.” Onlara göre, Altındağ Belediyesi tarihi alanları korumasıyla tanınmak isteyen bir belediye olmasına rağmen hiçbir anı korunmadı. Ayrıca Altındağ Belediyesi, kendi hoşuna giden bir Ulucanlar tarihi yarattı ve insanlara sunmaya çalıştı, bu süreç sadece Belediye’nin karar verici olmasıyla sonuçlandı düşüncesindeler. “Değerler korunuyor gibi görünmesine rağmen bütün değerler kayboluyor. Belediyenin uygulamanın başındaki tavrıyla sonundaki tavrı bir değildi” diyorlar.

Mimarların anlattıklarına göre Ulucanlar Cezaevi’nden geriye kalan tek şey binaların simetrik yapısı ve dar koridorlar oldu. Bütün bunları Bilgi Üniversitesi’nin Kültür Yönetimi Yüksek Lisans bölümünün Perşembe Konuşmalarında anlatırlarken sesleri titriyor, gözleri doluyor. Yaşanmışlıklarla dolu Ulucanlar’a yapılan bu “temizleme” nin bir haksızlık olduğunu söylüyorlardı.


Müzede balmumundan yapılmış heykeller bazı hücrelerde  “Kurtarın beni” diye bağırıyorlar ve hemen yanına gülen bir gardiyan konulmuş. Mimarların söylediği gibi, bu bağıran heykeller Deniz, Yusuf, Hüseyin’in duygularını nasıl yansıtabilir ki yaşanmış anılar silinmişken.