21 Mayıs 2013 Salı

Sezen AKSU


Onun hayatı anlatılırken, hangi bakış açısıyla yazılacağına karar vermek gerekir. Çünkü o, hayatında çok fazla şey barındırıyor. Siyasal, sosyal, özel... Ben de özel hayatını ve bu enfes şarkıların hangi yaşanmışlıklarla ortaya çıktığını az da olsa irdelemeyi seçtim. Acıdan geçmeyen şarkılar gerçekten de biraz eksiktir diye düşünerek Sezen Aksu’nun hüsranlarına değinmek isterim.

Fatma Sezen Yıldırım, Sezen Seley , Sezen Aksu…

İsminin ne olduğu önemli değil. Hepsi tek bir kadın. Ve “O Kadın”, şarkıları için film yapılmış çok az kadından biri. O Kadın filminde kendisi değil sadece şarkıları kullanıldı ve bizi bambaşka yerlere alıp götürdü bu koskoca kadın.

Sanata düşkün,  dans, resim, tiyatro dersleri alan küçük Fatma Sezen Yıldırım, dansöz olma hayalleri kuruyor. Sonraları “Allah babama acıdı da dansöz olmadım.” diyecek olan gençliğinin baharındaki Sezen, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi’ni bırakıp evleniyor. Tabii okulunu bırakmasının tek sebebi olarak evlenmesini gösteremeyiz. Onun yaradılışında şarkıcılık, bestecilik, sanat var...

Şarkılarında geçmişe yolculuk yapıyorum. Beğenilmeyen “Haydi Dön Şansım” ı söyleyen Sezen Seley ile “Bir Zamanlar Deli Gönlüm” ü söyleyen Sezen Aksu arasındaki farkları ayırt etmeye, değişimini görmeye çalışıyorum. Nafile.

Ne seslerinde ne de duygularını şarkısına yansıtma kabiliyetinde bir fark var. Sadece hayatı değiştikçe şarkıları da değişiyor. Böylelikle yaşantısının bir kısmına ve duygularına, kulaklarımızın pasını atarak şahit oluyoruz.

Ama, onun da beğenilmeyen şarkısı varmış diye düşüneceğim aklıma hiç gelmezdi. İlk plakta “Haydi Dön Şansım” demiş, ancak şansı hiç de o kadar kolay dönmemişti Aksu’nun.

Aksu, jüri üyeliğinde Ajda Pekkan’nın da bulunduğu Altın Ses Yarışması’nda altıncılığa layık görüldü, ama bu yarışma bize Nilüfer’i kazandırdı. İleride Nilüfer ile sadece yarışmada değil, özel hayatında da rakip olacaktı. O dönemde, kendisi için, “Büyük aşkı Onno Tunç’u Nilüfer’e kaptırdı” iddaaları yayılacağını nereden bilebilirdi?
Bunun üzerine tutmayan ilk plak Haydi Şansım gelince “Siz beni daha tanımıyorsunuz” demiş olacak ki “Yaşanmamış Yıllar/Kusura Bakma” yı çıkardı.

Oyunculuğunu yaptığı ilk filmden de istediği sonucu alamadı. Bulut Aras ile oynadığı, bir Atıf Yılmaz filmi olan “Minik Serçe” beğenilmedi, ancak beğenilmeyen bu film ona lakabını hediye etti.

“Heyemola”, “Halay” ve “Küçük Bir Aşk Masalı” şarkılarıyla Eurovision’a katıldı, sonuç değişmedi. Bunun üzerine bir daha Eurovision’a girmeme kararı aldı.

Kıskançlıktan İstanbul sokaklarında tüfekle kovaladığı, büyük aşkı Onno Tunç’u kaybetmesiyle yasa büründü. Fotoğraflarını odasından yıllarca kaldırmadı.

Kim bilir belki de hala oradadırlar...

Hayatına Tunç’tan sonra giren erkekler için “Onu kabul etmek zorunda kaldılar.” diyerek insanı yine, aşkıyla derinden etkiliyor.
Hüzünleri bu kadarla sınırlı değil elbette...

Küçücük bedenine nasıl sığdırmış bu kadar hüsranı dedirtiyor bana. Sonra hali tavrı geliyor aklıma, alaycı ama  gizemli bakışlarını düşünüyorum ve diyorum ki; “Geçmişi şarkılarında saklı.”  Tıpkı “Yarası Saklım” da dediği gibi:
“Bir kırık gençlik hikayesi…”

TOL


Murat Uyurkulak Tol’ un hedef kitlesini belirlerken kendisine sınırlar çizmemiş, herhangi bir populer ya da akademik kitleye hitab etmemiş. Her hayattan alıntılar içeren Tol, durumları, yaşanan hayatları anlatmak için yazılmış bir roman.

Yazar Tol’da ekonomi değişkenine fazla önem vermemiş, daha çok sosyal unsurlar üzerinde durmuş. Bunu karakterlerin gelirleri olmamalarına rağmen sürekli içki satın almalarından bariz bir şekilde görüyoruz. İçki muhabbetleri son derece gerçekçi ve içten anlatılmış, o bölümlerde sanki kitap okumuyor, yapılan konuşmalara dahil oluyor insan.

Uyurkulak, kitapta çok fazla betimlemelere yer vermesiyle birlikte çok da fazla hayat sığdırmış ve her birinde ayrı ayrı hikayeler barındırmış. Tol bu özelliğiyle güçlü yanını göstermiş oluyor. Okurken çeşit çeşit insanla tanışıyor, onların hayatlarına şahit oluyor ve insanlığınızın her bir noktasından bir unsur buluyorsunuz onlarla ve hikayeleriyle. 

Ayrıca, betimlemeler fazlaca detaylı ve gerçekçi. Okurken ‘insan bu kadarını yaratamaz mutlaka bir kısmını yaşamıştır’ dedirtiyor. Tol’un zayıf yanını ise değindiğim ekonomi unsuru olarak sayabiliriz. İnsana “Bu kadar içki alacak parayı nereden buluyorlar? “ dedirten bölümlerde “Acaba hayal mi?” diye düşünmeden geçemiyorsunuz. Hatta bu “hayal mi?” diye sorduğunuz yerler kitapta epey bir yer barındıryor. Bunun sebebi Tol’de çok fazla rastlantı olmasından kaynaklanıyor olabilir. Örneğin, yaşlı Şairin de İsmail adında kardeşi var, Yusuf’un da...

Tol’de, içerikte olanın aksine anlaşılır bir dil tercih edilmiş. Karakterlerin hikayelerine şahit olurken bazı yerlerde insanın aklı karışıyor ama bu, dil açısından değil içerik açısından anlaşılamaz bir roman sergilenmesine neden olmuş. Dil gayet açık ve akıcı tercih edilmiş. Özellikle bazı betimlemeler öylesine gerçekçi bir dille yapılmış ki detaylara verdiği önem okuyucuyu etkiliyo. Ancak yine de yazarın kendi dünyasını yansıtan bazı anahtar sözcükler açıklanmamış, okuyucuya bırakılmış.

 Postmodern roman şöyle tanımlanır: “klasik romandaki gibi olay örgüsü üzerine kurulu bir anlatı değildir. Olay örgüsünden daha çok olayın ya da olayların ön plana çıkması söz konusudur.” İşte Tol da post modern romandır çünkü  olayları size sırasıyla vermiyor hatta okurken sıraya siz koymaya  çalışıyorsunuz. Bu açıdan okuyucuyu sürekli merak içinde bırakıyor.