Toplumsal Cinsiyet ve
Medya konularında çalışmaları olan Itır Erhart, Çocuk Çalışmaları Derneği’nden A.
Zeynep Kılıç ve İnsan Hakları Hukuku
Uygulama ve Araştırma Merkezi'nden Gökçeçiçek Ayata ,bebeğini 9 gün evde bırakan
anne ile ilgili çıkan haberlerde, sosyal, psikolojik ve hukuki açıdan ihlaller
yapıldığını söylediler.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Çocuk Çalışmaları Birimi'nde
(ÇOÇA) projeler danışmanı, araştırmacı
ve çocuk hakları eğitmeni olarak çalışan A. Zeynep Kılıç, bebeğini 9 gün evde
bırakan anne ile ilgili çıkan birçok haberin medyanın cinsiyetçi ikiyüzlülüğünden
kaynaklandığını söyledi.
Olayla ilgili 22Ekim günü bazı gazetelerde çıkan başlıklar
şöyle:
Milliyet “Cani annenin ölüm tatili”
Şok “Vicdansız Yaratık”
Vatan “Senin Kalbin Var mı?”
Star “Bebeğini ölüme terk etti tatile gitti”
Posta “Bebeğini aç susuz bırakıp öldürdü”
Sözcü “Kan donduran ifade”
Zaman “Canavar anne 2 aylık bebeğini ölüme terk etti”
Sabah “Tatilde vicdanın hiç mi sızlamadı/ Anne vahşeti”
Milliyet “Cani annenin ölüm tatili”
Şok “Vicdansız Yaratık”
Vatan “Senin Kalbin Var mı?”
Star “Bebeğini ölüme terk etti tatile gitti”
Posta “Bebeğini aç susuz bırakıp öldürdü”
Sözcü “Kan donduran ifade”
Zaman “Canavar anne 2 aylık bebeğini ölüme terk etti”
Sabah “Tatilde vicdanın hiç mi sızlamadı/ Anne vahşeti”
“Bu ölüme neden olan bir kadın değil de bir erkek olsa böyle
bir haberleştirme hali görmeyecektik” diyen Zeynep Kılıç, Türkiye’de erkeklerin
kadınları ve çocukları sürekli öldürdüğünü, taciz - tecavüz ettiğini, medyanın
da bunları görmezden geldiğini ve meşrulaştırmak için gerekçeler sunduğunu
söyledi. Kılıç, “Ölenin ve öldürenin kim olduğu medyanın bakışını doğrudan
etkiliyor ve her ikisinden biri kadın olduğunda, fatura neredeyse hep kadına
kesiliyor. Bu medyanın cinsiyetçi ikiyüzlülüğü ve bunun her fırsatta açığa
çıkarılması gerekiyor” dedi.
Olayla ilgili çıkan haberlerin, medyadaki cinsiyetçi algıyı
bir kez daha gösterdiğini söyleyen Kılıç, cinsiyetçi yaklaşımın, Türkiye’deki
ana akım medyanın hak temelli bir habercilik anlayışına sahip olmamasından
kaynaklandığını belirtti:
“Bu olayda da çocuğunun ölümüne neden olan kadının, bu ihmale neden olan
davranışını analiz eden, arkasındaki toplumsal yapıyı ortaya koyan bir haber
yapılmadı. Kadın sadece anne olarak tanımlandı ve ‘anneliğin kutsallığı’ miti çerçevesinde
bir canavar olarak yaftalandı. Oysa kutsal olan annelik değil yaşam hakkıdır.”
“Medya toplum
vicdanını rahatlatmaya çalışıyor”
Kılıç, kadının, ne bebeğin babasından, ne kendi ailesinden,
ne çalıştığı okuldan, ne doğumu yaptığı hastaneden herhangi bir destek
görmediğini, tam tersine Türkiye'de bekar bir anne olmanın tüm zorluklarıyla
kendi başına mücadele ettiğini söyledi:
“ Medya ise bütün bunları görüp açığa çıkarmak yerine kadını "cani, vicdansız, bebek katili, hasta" vb. tanımlayarak sorumluluğu kadına yüklemeye ve güya toplum vicdanını rahatlatmaya çalışıyor.”
“ Medya ise bütün bunları görüp açığa çıkarmak yerine kadını "cani, vicdansız, bebek katili, hasta" vb. tanımlayarak sorumluluğu kadına yüklemeye ve güya toplum vicdanını rahatlatmaya çalışıyor.”
“Bu olay olurken
sizin uzmanlarınız neredeydi?”
Kılıç, annesi ve babası eğitim ve emniyet teşkilatında
çalışan, hastanede doğmuş olan bir çocuğun bu biçimde ölmesinin asla sadece
annesinin sorumluluğu olamayacağını, dolayısıyla, eğer tüm bireyler için hak
temelli bir habercilik yapılacaksa bu tür olaylarda devletin sorumluluğunun
ısrarla hatırlatılması gerektiğini söyledi:
“Hak temelli bir habercilik yapılırken, sadece Aile Sosyal Politikalar ve Milli Eğitim Bakanlarının açıklamaları yayınlanmamalı, bunun yanında, ‘peki bu olay olurken sizin uzmanlarınız, yöneticileriniz, memurlarınız neredeydi?’ diye sormak gerekir.
“Hak temelli bir habercilik yapılırken, sadece Aile Sosyal Politikalar ve Milli Eğitim Bakanlarının açıklamaları yayınlanmamalı, bunun yanında, ‘peki bu olay olurken sizin uzmanlarınız, yöneticileriniz, memurlarınız neredeydi?’ diye sormak gerekir.
“Yaşam hakkı sadece
nefes almayı değil, sağlıklı ve mutlu yaşamayı kapsar”
Bu olayda yaşam hakkını kaybeden sadece ölen bebek değil,
aynı zamanda annedir diyen Kılıç, yaşam hakkının sadece nefes almayı değil,
sağlıklı ve mutlu yaşamayı, bu olanağa sahip olmayı kapsadığı düşüncesinde.
"Bu çocuğun bir
de babası yok mu?"
Kılıç, medyanın içinde bulunduğu olumsuz durumun tek
tesellisi olarak, bazı gazetelerde ve internet sayfalarında, çoğunluğu kadın
yazarlar tarafından yazılan köşe yazılarında bulunan "bu çocuğun bir de
babası yok mu?" sorusunu gösteriyor. Kılıç, bunun da yeterli olmadığını,
bu olayda devletin de sorumluluğunun altının çizilmesi gerektiğini söyledi.
Kılıç, “Yeni öğrendiğim bir söz var: ‘Her suç topluma
sorulmuş bir sorudur’. Bu ve benzeri tüm olaylarda en başta devlet
yöneticilerinin ve toplumu biçimlendirme gücü ve sorumluluğu taşıyan medyanın
ve ardından hepimizin "bu kötü sonucun ortaya çıkmasında bizim etkimiz,
dahlimiz, sorumluluğumuz nedir?" diye sorması gerekiyor” dedi.
İstanbul Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve
Araştırma Merkezi'nde uzman olarak çalışan Gökçeçiçek Ayata, çıkan haberlerle
ilgili, “Olayın şüphelisi anne hakkında çıkan haberlerde kullanılan ‘canavar’,
‘cani’, ‘zalim’ ve benzeri ifadeler, şüphelinin isminin açık şekilde yazılması,
yüzü açık şekilde görünen fotoğraflarının kullanılması, mesleğine ve bebeğin
doğumu sırasındaki medeni durumuna dair yapılan yorumlar, kullanılan dil...
Bunların tümü çok problemli” dedi.
Ayata, basının, olaya ilişkin meslek etiğini çiğneyen tavrının,
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından kınandığını, soruşturmayı yürüten savcılığın
da bu konuda bir açıklama yapma ihtiyacı duyduğunu vurguladı.
Gölcük Cumhuriyet Başsavcısı Mehmet Yaman’ın olayla ilgili
açıklaması şöyle:
"Şüpheli anne ile ilgili bir linç kampanyası
başlatılmış durumda bu beni çok rahatsız etti. Yapılan çok yanlış bir şey.
Meslek hayatımda ilk kez basın açıklaması yapıyorum, yapmak zorunda kaldım.
Sebebi de tamamen bu linç girişimidir. Biz şüphelilerin de hakkını koruyacak
delilleri toplamak zorundayız"
Ayata, şüpheli anne ile ilgili basın tarafından bir linç
kampanyası yürütülmesi hakkında şunları söyledi: “ Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nde ‘Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit
oluncaya kadar masum sayılır.’ denilmektedir. Oysa bu olayda masumiyet karinesi
basın tarafından açık şekilde ihlal edildi” dedi.
Şüphelinin kadın olmasının, haberlerin yansıtılış biçimine
ve kullanılan dile etkisinin asıl dikkat çekilmesi gereken şey olduğunu
söyleyen Ayata, “Olayın şüphelisi bir erkek olsaydı haberlerde bu cinsiyetçi
dil ve yaklaşımın kullanılmayacağını sanırım hepimiz öngörebiliyoruz” dedi.
Ayata, bunların yanında devletin sorumluluğuna da değinmek
gerektiğini belirtti. Ayata, “Türkiye'nin yirmi beş yılı aşkın süredir taraf
olduğu Kadına Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına Dair
Birleşmiş Milletler Sözleşmesi (CEDAW,) devletlerin kadınlara yönelik
ayrımcılığı ortadan kaldırma zorunluluğunu düzenlemektedir. Sözleşme'de medeni
durumlarına bakılmaksızın çocuklarla ilgili konularda ana ve babanın eşit sorumlulukları
olduğu belirtilir” dedi.
“Medya, cinsiyetçi
dili değiştirme ihtiyacı hissetmiyor hatta cesaretleniyor”
Ayata, kadınların birey olarak değil ailenin parçası olarak
kabul edildiği, medeni durumlarının ayrımcı muamelelere temel oluşturduğu,
çocuk sayısına dair serbest iradelerinin yok sayıldığı veya sakatlandığı,
kadınlara dair kalıplaşmış rollerin yeniden üretildiği, pekiştirildiği,
cinsiyetçi ve kadınları aşağılayıcı ifadelerin üst düzey kamu yetkilileri
tarafından rahatlıkla dile getirilebildiği bir ülkede yaşadığımızı söyledi : “Bekar
ebeveynliğe ilişkin de bir sosyal destek ağı veya politika mevcut değil.
Hükümet kadını güçlendirmeye yönelik değil aileyi koruma amaçlı politikalar
üretiyor. Hükümetin kadına yönelik politikaları veya politikasızlığı, kadının
insan haklarına yönelik ihlallerin devlet eliyle meşrulaştırılması ve artması
riskini beraberinde getiriyor. Elbette basın da bundan nasibi alarak yaptığı
haberlerdeki cinsiyetçi dili değiştirme ihtiyacı hissetmiyor hatta bu konuda
cesaretleniyor.”
İnsan Hakları, Toplumsal Cinsiyet ve Medya konularında
çalışmaları olan İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Itır Erhart, medyanın
bu olayı, kadının doğum sonrası ruh sağlığını düşünerek haber yapması
gerektiğini, çıkan haberlerin bu düşünceden çok uzak olduğunu belirtti, doğum
sonrası kaçma duygusunu doğum yapan çoğu kadının yaşadığını söyledi.
Itır Erhart, haberlerde cinsiyetçilik yapıldığını, bunu bir
babanın yapması durumunda bile yine annenin
suçlanacağını söyledi:
“Eğer bunu bir baba yapsaydı ‘Erkek anlamaz, ne bilsin’
denilirdi ve yine kadın, çocuğunu babaya bıraktığı için suçlanırdı. Türkiye
gibi çocuğun sorumluluğunun annede olduğu ülkelerde çocuk bakmak erkeğin işi
değildir diye bakılıyor. Türkiye’de baba olduktan sonra erkeğin sadece bir iki
gün için izin alabilmesi, doğum izninin sadece kadına verilmesi buna çok açık
bir örnek.”
Medyanın, annenin bebeğini tek başına büyütmesine yargılayıcı
bir tavırla yaklaştığını söyleyen Erhart, “Medyanın gözünde aile değilsen anne
de değilsin” dedi. Erhart, tek başına çocuk büyütmek isteyen bir kadının,
anne-babası ya da kocasının olma zorunluluğu olmadığını söyledi: “Tek başına
anne olan bir bireyin Türkiye’de hakları yok hatta o kişinin anneliği bile
medya tarafından sorgulanıyor ve yargılanıyor.”
Erhart, bu olayla ilgili çıkan başlıkların insan haklarından
uzak olduğunu, devletin ve medyanın bu anneye ve haklarına sahip çıkması
gerektiğini söyledi:
“Devletin ve mekanizmalarının bu kadına sahip çıkması
gerekiyor. Annenin doğum sonrası depresyonu yaşadığını düşünüyorum ve bunu yaşayan
bir kadın bu kadar tek başına bırakılmamalı. Tek başına bir annenin devletten
bir beklentisi olmalı bence bir insan hakkıdır bu.”