29 Ekim 2013 Salı

“Medyanın cinsiyetçi ikiyüzlülüğü”

Toplumsal Cinsiyet ve Medya konularında çalışmaları olan Itır Erhart, Çocuk Çalışmaları Derneği’nden A. Zeynep Kılıç ve İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi'nden Gökçeçiçek Ayata ,bebeğini 9 gün evde bırakan anne ile ilgili çıkan haberlerde, sosyal, psikolojik ve hukuki açıdan ihlaller yapıldığını söylediler.

İstanbul Bilgi Üniversitesi Çocuk Çalışmaları Birimi'nde (ÇOÇA)  projeler danışmanı, araştırmacı ve çocuk hakları eğitmeni olarak çalışan A. Zeynep Kılıç, bebeğini 9 gün evde bırakan anne ile ilgili çıkan birçok haberin medyanın cinsiyetçi ikiyüzlülüğünden kaynaklandığını söyledi.

Olayla ilgili 22Ekim günü bazı gazetelerde çıkan başlıklar şöyle:
Milliyet “Cani annenin ölüm tatili”
Şok “Vicdansız Yaratık”
Vatan “Senin Kalbin Var mı?”
Star “Bebeğini ölüme terk etti tatile gitti”
Posta “Bebeğini aç susuz bırakıp öldürdü”
Sözcü “Kan donduran ifade”
Zaman “Canavar anne 2 aylık bebeğini ölüme terk etti”
Sabah “Tatilde vicdanın hiç mi sızlamadı/ Anne vahşeti”

“Bu ölüme neden olan bir kadın değil de bir erkek olsa böyle bir haberleştirme hali görmeyecektik” diyen Zeynep Kılıç, Türkiye’de erkeklerin kadınları ve çocukları sürekli öldürdüğünü, taciz - tecavüz ettiğini, medyanın da bunları görmezden geldiğini ve meşrulaştırmak için gerekçeler sunduğunu söyledi. Kılıç, “Ölenin ve öldürenin kim olduğu medyanın bakışını doğrudan etkiliyor ve her ikisinden biri kadın olduğunda, fatura neredeyse hep kadına kesiliyor. Bu medyanın cinsiyetçi ikiyüzlülüğü ve bunun her fırsatta açığa çıkarılması gerekiyor” dedi.

Olayla ilgili çıkan haberlerin, medyadaki cinsiyetçi algıyı bir kez daha gösterdiğini söyleyen Kılıç, cinsiyetçi yaklaşımın, Türkiye’deki ana akım medyanın hak temelli bir habercilik anlayışına sahip olmamasından kaynaklandığını belirtti:
“Bu olayda da çocuğunun ölümüne neden olan kadının, bu ihmale neden olan davranışını analiz eden, arkasındaki toplumsal yapıyı ortaya koyan bir haber yapılmadı. Kadın sadece anne olarak tanımlandı ve ‘anneliğin kutsallığı’ miti çerçevesinde bir canavar olarak yaftalandı. Oysa kutsal olan annelik değil yaşam hakkıdır.”

“Medya toplum vicdanını rahatlatmaya çalışıyor”
Kılıç, kadının, ne bebeğin babasından, ne kendi ailesinden, ne çalıştığı okuldan, ne doğumu yaptığı hastaneden herhangi bir destek görmediğini, tam tersine Türkiye'de bekar bir anne olmanın tüm zorluklarıyla kendi başına mücadele ettiğini söyledi:
“ Medya ise bütün bunları görüp açığa çıkarmak yerine kadını "cani, vicdansız, bebek katili, hasta" vb. tanımlayarak sorumluluğu kadına yüklemeye ve güya toplum vicdanını rahatlatmaya çalışıyor.”

“Bu olay olurken sizin uzmanlarınız neredeydi?”
Kılıç, annesi ve babası eğitim ve emniyet teşkilatında çalışan, hastanede doğmuş olan bir çocuğun bu biçimde ölmesinin asla sadece annesinin sorumluluğu olamayacağını, dolayısıyla, eğer tüm bireyler için hak temelli bir habercilik yapılacaksa bu tür olaylarda devletin sorumluluğunun ısrarla hatırlatılması gerektiğini söyledi:
“Hak temelli bir habercilik yapılırken, sadece Aile Sosyal Politikalar ve Milli Eğitim Bakanlarının açıklamaları yayınlanmamalı, bunun yanında,  ‘peki bu olay olurken sizin uzmanlarınız, yöneticileriniz, memurlarınız neredeydi?’ diye sormak gerekir.

“Yaşam hakkı sadece nefes almayı değil, sağlıklı ve mutlu yaşamayı kapsar”
Bu olayda yaşam hakkını kaybeden sadece ölen bebek değil, aynı zamanda annedir diyen Kılıç, yaşam hakkının sadece nefes almayı değil, sağlıklı ve mutlu yaşamayı, bu olanağa sahip olmayı kapsadığı düşüncesinde.

"Bu çocuğun bir de babası yok mu?"
Kılıç, medyanın içinde bulunduğu olumsuz durumun tek tesellisi olarak, bazı gazetelerde ve internet sayfalarında, çoğunluğu kadın yazarlar tarafından yazılan köşe yazılarında bulunan "bu çocuğun bir de babası yok mu?" sorusunu gösteriyor. Kılıç, bunun da yeterli olmadığını, bu olayda devletin de sorumluluğunun altının çizilmesi gerektiğini söyledi.

Kılıç, “Yeni öğrendiğim bir söz var: ‘Her suç topluma sorulmuş bir sorudur’. Bu ve benzeri tüm olaylarda en başta devlet yöneticilerinin ve toplumu biçimlendirme gücü ve sorumluluğu taşıyan medyanın ve ardından hepimizin "bu kötü sonucun ortaya çıkmasında bizim etkimiz, dahlimiz, sorumluluğumuz nedir?" diye sorması gerekiyor” dedi.

İstanbul Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi'nde uzman olarak çalışan Gökçeçiçek Ayata, çıkan haberlerle ilgili, “Olayın şüphelisi anne hakkında çıkan haberlerde kullanılan ‘canavar’, ‘cani’, ‘zalim’ ve benzeri ifadeler, şüphelinin isminin açık şekilde yazılması, yüzü açık şekilde görünen fotoğraflarının kullanılması, mesleğine ve bebeğin doğumu sırasındaki medeni durumuna dair yapılan yorumlar, kullanılan dil... Bunların tümü çok problemli” dedi.

Ayata, basının, olaya ilişkin meslek etiğini çiğneyen tavrının, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından kınandığını, soruşturmayı yürüten savcılığın da bu konuda bir açıklama yapma ihtiyacı duyduğunu vurguladı.
Gölcük Cumhuriyet Başsavcısı Mehmet Yaman’ın olayla ilgili açıklaması şöyle:
"Şüpheli anne ile ilgili bir linç kampanyası başlatılmış durumda bu beni çok rahatsız etti. Yapılan çok yanlış bir şey. Meslek hayatımda ilk kez basın açıklaması yapıyorum, yapmak zorunda kaldım. Sebebi de tamamen bu linç girişimidir. Biz şüphelilerin de hakkını koruyacak delilleri toplamak zorundayız"

Ayata, şüpheli anne ile ilgili basın tarafından bir linç kampanyası yürütülmesi hakkında şunları söyledi: “ Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde ‘Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır.’ denilmektedir. Oysa bu olayda masumiyet karinesi basın tarafından açık şekilde ihlal edildi” dedi.

Şüphelinin kadın olmasının, haberlerin yansıtılış biçimine ve kullanılan dile etkisinin asıl dikkat çekilmesi gereken şey olduğunu söyleyen Ayata, “Olayın şüphelisi bir erkek olsaydı haberlerde bu cinsiyetçi dil ve yaklaşımın kullanılmayacağını sanırım hepimiz öngörebiliyoruz” dedi.

Ayata, bunların yanında devletin sorumluluğuna da değinmek gerektiğini belirtti. Ayata, “Türkiye'nin yirmi beş yılı aşkın süredir taraf olduğu Kadına Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına Dair Birleşmiş Milletler Sözleşmesi (CEDAW,) devletlerin kadınlara yönelik ayrımcılığı ortadan kaldırma zorunluluğunu düzenlemektedir. Sözleşme'de medeni durumlarına bakılmaksızın çocuklarla ilgili konularda ana ve babanın eşit sorumlulukları olduğu belirtilir” dedi.

“Medya, cinsiyetçi dili değiştirme ihtiyacı hissetmiyor hatta cesaretleniyor”
Ayata, kadınların birey olarak değil ailenin parçası olarak kabul edildiği, medeni durumlarının ayrımcı muamelelere temel oluşturduğu, çocuk sayısına dair serbest iradelerinin yok sayıldığı veya sakatlandığı, kadınlara dair kalıplaşmış rollerin yeniden üretildiği, pekiştirildiği, cinsiyetçi ve kadınları aşağılayıcı ifadelerin üst düzey kamu yetkilileri tarafından rahatlıkla dile getirilebildiği bir ülkede yaşadığımızı söyledi : “Bekar ebeveynliğe ilişkin de bir sosyal destek ağı veya politika mevcut değil. Hükümet kadını güçlendirmeye yönelik değil aileyi koruma amaçlı politikalar üretiyor. Hükümetin kadına yönelik politikaları veya politikasızlığı, kadının insan haklarına yönelik ihlallerin devlet eliyle meşrulaştırılması ve artması riskini beraberinde getiriyor. Elbette basın da bundan nasibi alarak yaptığı haberlerdeki cinsiyetçi dili değiştirme ihtiyacı hissetmiyor hatta bu konuda cesaretleniyor.”

İnsan Hakları, Toplumsal Cinsiyet ve Medya konularında çalışmaları olan İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Itır Erhart, medyanın bu olayı, kadının doğum sonrası ruh sağlığını düşünerek haber yapması gerektiğini, çıkan haberlerin bu düşünceden çok uzak olduğunu belirtti, doğum sonrası kaçma duygusunu doğum yapan çoğu kadının yaşadığını söyledi.

Itır Erhart, haberlerde cinsiyetçilik yapıldığını, bunu bir babanın yapması durumunda bile yine annenin 
suçlanacağını söyledi:
“Eğer bunu bir baba yapsaydı ‘Erkek anlamaz, ne bilsin’ denilirdi ve yine kadın, çocuğunu babaya bıraktığı için suçlanırdı. Türkiye gibi çocuğun sorumluluğunun annede olduğu ülkelerde çocuk bakmak erkeğin işi değildir diye bakılıyor. Türkiye’de baba olduktan sonra erkeğin sadece bir iki gün için izin alabilmesi, doğum izninin sadece kadına verilmesi buna çok açık bir örnek.”

Medyanın, annenin bebeğini tek başına büyütmesine yargılayıcı bir tavırla yaklaştığını söyleyen Erhart, “Medyanın gözünde aile değilsen anne de değilsin” dedi. Erhart, tek başına çocuk büyütmek isteyen bir kadının, anne-babası ya da kocasının olma zorunluluğu olmadığını söyledi: “Tek başına anne olan bir bireyin Türkiye’de hakları yok hatta o kişinin anneliği bile medya tarafından sorgulanıyor ve yargılanıyor.”
Erhart, bu olayla ilgili çıkan başlıkların insan haklarından uzak olduğunu, devletin ve medyanın bu anneye ve haklarına sahip çıkması gerektiğini söyledi:
“Devletin ve mekanizmalarının bu kadına sahip çıkması gerekiyor. Annenin doğum sonrası depresyonu yaşadığını düşünüyorum ve bunu yaşayan bir kadın bu kadar tek başına bırakılmamalı. Tek başına bir annenin devletten bir beklentisi olmalı bence bir insan hakkıdır bu.”


11 Ekim 2013 Cuma

“Hiçbir şey olamıyorsan güvenlikçi ol” anlayışı yıkılıyor

Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Özel Güvenlik ve Koruma Programı Öğretim Görevlisi Leyla İzdubak, eğitim, öğretim ve donanımdan yoksun birçok güvenliğin sektörün içine dahil olduğunu, bu durumu, üniversitelerdeki Özel Güvenlik ve Koruma bölümlerinin değiştireceğini düşünüyor.

Öğretim Görevlisi Leyla İzdubak’a göre, “Şirketlerin, ucuz iş gücüyle güvenliklerini sağlama girişimi, güvenliklerin gelir dengesizliğinden ve eğitimsizliklerinden dolayı başarısızlıkla sonuçlandı.” İzdubak, güvenlik mesleğinin özel güvenlik kurslarında alınan 100 - 120 saatlik eğitim ile sınırlandırılmasının yetersiz olduğu görüşünde:

“Özel güvenlik eğitimi veren kurum sayısının fazla olması ve denetimlerinin yeterli olmayışı kalitesizliği artırmıştır. Bu mesleğe yöneliş ve alımlarda bir standartın olmayışı, kimlik kartlarının kolay elde edilmesi, hiçbir şey olamıyorsan güvenlikçi ol anlayışı kalitesizliğin bir göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Gelir seviyesi yaptıkları işle ters orantılı olan özel güvenlik görevlileri, ismindeki ‘özel’ dışında para kazanma amacı dışına çıkamamıştır.”

Bu nedenlerden dolayı Adnan Menderes Üniversitesi’nde, 2012-2013 yılında, Mülkiyet Koruma ve Güvenlik Bölümü altında Özel Güvenlik ve Koruma programını açtıklarını, ileriki yıllarda öğrenci alımı için YÖK’e başvuracaklarını söyleyen İzdubak, “Birçok durumda bir güvenlik görevlisinin ne yapacağı ve nasıl davranacağı konusundaki en etkin ve belirleyici faktör, güvenlik görevlisinin sahip olduğu ‘genel ahlaki değerler’, ‘profesyonellik bilinci’ ve ‘mesleki etik değerler’ gibi iç faktörlerdir.  Üniversitemiz bünyesinde kurulan Özel Güvenlik ve Koruma Programının amacı, öğrencileri özel ve kamu sektörleri bağlamında ülke ihtiyaçlarını göz önüne alarak güvenlik amaçlı hazırlamak ve yetiştirmektir” dedi.

Özel Güvenlik ve Koruma Programı’nın açıldığı ilk özel üniversite olan İstanbul Bahçeşehir Üniversitesi’nin Program Koordinatörü Osman Öztürk, bölümden mezun olanların, Özel Güvenlik mesleğinin; şef, amir, müdür, genel müdür, koordinatör, CEO vb. gibi hiyerarşik yapısını oluşturacağını söyledi ve ekledi:
“Bu program, ilerleyen dönemlerde, 2 yıllık sürenin 4 yıllığa çıkarılması ile, Güvenlik Mühendislerinin yetiştirildiği ve Güvenlik Projelerinin hazırlandığı Güvenlik Akademilerine dönüştürülebilir. Bizim planladığımız gelecek bu ve daha ötesidir. Öğrencilerimizi bu yönde sürekli yönlendirip, eğitiyoruz.”

Uludağ Üniversitesi Özel Güvenlik ve Koruma Programı bölüm başkanı İsmet Nezih Abanoz, öğrencilerine  İnsan Hakları, Hukuk, İletişim, Yakın Savunma, Yönetim ve Organizasyon, Hava, Deniz Liman Güvenliği, Kaçakçılıkla Mücadele, Yabancı Dil, Beden Eğitimi gibi dersler verdiklerini, ayrıca öğrencilerinin isteğiyle, henüz dedektiflik yasası olmasa da “Dedektiflik” dersini  programlarına seçmeli olarak dahil ettiklerini söyledi.

KPSS’nin iş bulmak isteyen mezunları tarafından çok tercih edildiğini söyleyen Abanoz, “Özel sektörde aradığını bulamayan mezunlarımız son zamanlarda Yargıtay, üniversiteler, infaz kurumları gibi kurumlarda çalışmayı daha çok tercih ediyorlar. Çünkü kamuda iş güvencesi bulduklarını söylüyorlar. Ayrıca işe girmelerinde elimizden geleni yapıyoruz.  Örneğin üniversitemiz, bu yaz, mezun öğrencilerden ikisini güvenlik kadrosuna katmıştır” dedi.

Uludağ Üniversitesi’nde programa katılacak olan erkek öğrencilerin boylarının en az 1.75cm, kız öğrencilerin en az 1.65 cm olması gerekiyor. Ayrıca Devlet hastanesinden sağlık raporu ve adli sicil belgesi isteniyor.

Giresun Üniversitesi program başkanı Gökmen Kılınçarslan, program hakkında, “Özel güvenlik kurslarından sertifika alan elemanlar doğal olarak güvenlik alanında tecrübesiz ve donanımsız olarak görev yapmaktadırlar. Bunun neticesinde güvenlik sektöründe devamlı olarak hatalar ve aksaklıklar ortaya çıkmaktadır. Bu olumsuz algıların ve problemlerin ortadan kalkmasının, Özel Güvenlik ve Koruma Programlarında 2 yıl süresince, özel güvenlikle alakalı tüm bilgi ve becerileri kazanıp mezun olan personellerle giderilebileceği kanısındayım. Son yıllarda hükümetimizin özel güvenlik ve koruma memurluğu için yapmış olduğu çalışmalarda alınan memurları ön lisans programı mezunlarından seçmesi bizim için mutluluk vericidir” dedi.

Malatya İnönü Üniversitesi program öğretim görevlisi Ahmet Kenan Sayın, HaberVS’ nin sorduğu, Türkiye'de güvenlik mesleğinden bahsedildiğinde eğitimsiz kişi algısı oluştuğu konusu hakkında şunları söyledi:
“Özel güvenlik şirketlerinin ve şuan ki 5188 sayılı yasanın (Özel Güvenlik Hizmetlerine Dair Kanunun Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik) eksikliği neticesinde oluşmaktadır. Ayrıca özel güvenliğe az eğitim verilmekte ve alanlarına göre branş eğitimi almamaktadırlar. Üniversite eğitimi bu algıyı kırmak üzeredir. Ancak yasa üniversite eğitimi alanla diğer sertifikalı personeli aynı düzeyde görmektedir.”

Özel Güvenlik ve Koruma bölümü öğrencileri, mezun olduktan sonra Bakanlığın yaptığı sınavlarda başarılı olmaları durumunda infaz ve koruma memuru olarak çalışabildikleri gibi, kamu ve özel sektöre ait çeşitli bölümlerde de çalışabilirler ( okul, hastane , lojistik ,şirket merkezleri, fabrika fuar sergi ,spor müsabakaları ,konserler, festivaller, üniversiteler, sanayi …).

Özel Güvenlik ve Koruma programı hocalarının BJK-GS maçı sırasında yaşanan güvenlik sıkıntısına yaptıkları yorumlar şöyle:
Bahçeşehir Üniversitesi: “İnsanlar bir futbol müsabakası için bir araya gelmişler, yaşadıkları yoğun duyguların esiri olmuş durumdadırlar, bu psikolojinin kontrol edilmesi için önceden çok iyi hazırlık yapmak gerekir, hazırlıklar birçok kurumun sorumluluğundadır. Özellikle güvenlik; müsabaka ile doğrudan ya da dolaylı olarak sorumlu  ve ilgili bütün kurumları kapsamaktadır.”
Uludağ Üniversitesi: “GS-BJK maçı sadece özel güvenlik bakımından değil daha geniş izlenmesi ve mercek altına alınması gereken bir olaydır.  Örneğin taraftarlar 1453 vb bu iş için özel olarak hazırlık yaptı deniyor. Stada biletsiz seyirci alındı da deniyor. Yine stadta, yeterli özel güvenlik görevlisi yoktu deniyor.  Ayrıca o sandalyelerin oraya kim tarafından konduğunu bilmek lazım.  Öğrencilerimizle görüştük.  Onlara her zaman sakin olmaları ve taraftar veya hizmet alanlara en etkili iletişim teknikleriyle yaklaşmalarını söylüyoruz.  Bu olayda sorumluluğu, sadece güvenlik görevlilerine yüklemiyoruz. Güvenlik görevlisi komik duruma düşürülüyorsa, bunu yöneticilere sormak gerekiyor diyoruz.  Özel Güvenlik görevlilerinin yetki ve haklarının ne olduğunu pek çok görevlinin ve hatta yöneticinin bildiğini sanmıyorum. Bazı toplumsal olaylarda görüldüğü gibi, ‘özel güvenlik seyirciye, hemen biber gazı sıkar’ bir imaj da yaratmamalıdır. Futbol vb etkinliklerde görev alan güvenlik görevlileri, şirketlere bağlıdır.  Bu durum FİFA tarafından böyle istenmektedir. Bu görevliler genelde maç başına da bahsedilen maçlarda görevlendirilebiliyor.  Ancak burada görev alan görevliler yeterli 
eğitimden geçiyor mu diye sorulursa, cevap maalesef olumsuz olacaktır. Sadece bir maç veya birkaç maç boyunca görevlendirilen görevli yeterli dikkat ve motivasyona sahip olamayabiliyor.  Bu yüzden etkili görev yapamamaktadır.”
İnönü Üniversitesi: “Gs-bjk maçında herkes kaçmaktadır. Çünkü  güvenlik kuvvetleri alan açısından (spor müsabakaları) eğitimsizdir. Ve özel güvenlik yetki ve teçhizatça eksiktir…”
Giresun Üniversitesi: “GS-BJK maçında çıkan olaylar sonrası alanlarında deneyimsiz olan güvenlikçilerin yapmış olduğu organize hatalarından kaynaklanmaktadır. Bu ve bununla alakalı oluşan güvenlik zafiyetleri üzerinde öğrencilerimizle sürekli olarak konuşarak, bu tarz hataların sebepleri ve çözüm yollarını bulma hususunda çalışmalar yapmaktayız.”





6 Ekim 2013 Pazar

“Her hafta birkaç kez savcılığa gidiyoruz”

İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde 5 Ekim Çarşamba günü Şeffaflık Derneği’nin düzenlediği konferansta, “Medya-Sermaye İlişkilerine Alternatif Arayışlar-T24 Örneği” başlığı hakkında konuşan T24 genel yayın yönetmeni Aydın Akın, T24’de finansal problemleri olduğu ve genç muhabirleri olduğu için,  hem finansal hem de editoryal problemler yaşadıklarını ve Türkiye’deki medyanın içinde bulunduğu durumu anlattı.
Alternatif medyanın örneklerinden olan T24’ün genel yayın yönetmeni Aydın Akın, düzenlenen Şeffaflık Konferansı’nda, yaşadıkları sıkıntılardan ve nasıl aştıklarından bahsetti.
Kaynak göstermeye rağmen bize açılan davalar var
Engin, Türkiye medyasının bir şeyi bir yerden aldığında kaynak göstermeme gibi bir alışkanlığı olduğunu, T24’de de bu durumun yaşandığını şöyle anlattı:
“ Kaynak göstermemeyi bizim çocuklar da yaptı. Düşük oranda olmasına rağmen Twitter’da çok tartışıldı T24 haber çalıyor diye. Halbuki o genç arkadaşlarımızın unutması, ihmali oluyordu. Sistematik olarak kaynak göstermemek gibi bir şeyimiz yok. Fakat kaynak göstermeye rağmen açılan davalar var. Örneğin, Doğan Grubu’ndan Hürriyet kaynak göstermemize rağmen, ‘Bizim haberimizi kullandı, bizim fotoğrafımızı kullandı.’ diye çok fazla dava açıyor. Her hafta birkaç kez savcılığa gidiyoruz.”
“ ‘Sözde’ yi editörlerin dilinden atmak 2-3 yılımızı aldı.”
Engin, “Dili nedeniyle bizi utandıran çok haber oldu” diyerek, “sözde” kelimesini, editörlerinin dilinden atmanın yıllarını aldığından bahsetti. “Terörist başı, terör örgütü lideri, bebek katili laflarını atmak çok uzun süre aldı. Bu tip şeylerimiz çok azaldı ama hala devam ediyor.“ diye ekledi.
“Habercilikte çok hata yaptık hala da yapıyoruz çünkü çok genç insanlarla çalışıyoruz” diyen Engin, muhabirlerinin enerjilerinden yararlandıklarını, karşılığında da çok düşük ücretler verebildiklerini söyledi.
“Dinç Bilgin’in ‘Ayda yirmi beş bin dolar Mehmet Barlas’a veriyordum’ dediği parayla biz T 24’ü  yayınlıyoruz”
Engin, T24’de para sıkıntısı çektikleri için bazı girişimlerde bulunduklarını söyledi. O girişimleri şöyle anlattı:
“Finansal sıkıntılarımızı aşmak için medya dışından bazı şirketlere gittik. Sizin internet sitelerinizdeki fotoğraflarınız çok kötü, metinleriniz berbat, bunlar için ajansınıza ne kadar ödüyorsunuz diye sorduk. Örneğin, bir şirket, sitesine yemek tarifi koymuş iki aydır orada duruyor, bunun için aylık dokuz bin dolar ödüyormuş. Siteye ilgi bekliyorlar ama düşünmemişler hiç nasıl ilgi çekeceklerini. ‘Biz dokuz bin dolara yaptığınızı üç bin dolara yapalım, fotoğraflar çok daha iyi olsun, videolarınız olsun’ dedik. ‘Eğer sizlerle anlaşırsak biz bağımsız bir gazetecilik girişiminde bulunacağız’ dedik ve gerçekten de yaptık. Onlar çok memnun oldu biz de ayda yaklaşık otuz bin lira gelir elde ettik.”

T 24’ü 1 Eylül 2009’da bu şekilde yayına soktuklarını söyleyen Engin, “Arkadaşlarımızın ücretleri, sigorta, yemek paraları, vergiler, yol paraları, ofisimizin kirası, telefon paramız hepsi bu paranın içinde. Dinç Bilgin’in ‘Ayda yirmi beş bin dolar Mehmet Barlas’a veriyordum’ dediği parayla biz T 24’ü  yayınlıyoruz. Biz yaptığımız küçük bütçeyle şunu söyleyebiliyoruz, ayda yüz bin liraya vergisi ödenmiş, bir net gelirle Türkiye’de gazeteciliği değiştirebilirsiniz. Gezi sürecindeki o beğenmediğimiz hakim yapıyı gazetecilik adına yıkabilirsiniz. T24’ün bizim için en ilham verici tarafı bu” dedi.
Yazarlar T24’ü tercih ediyorlar
Engin, yaşadıkları sıkıntılara rağmen, T24’ü tercih eden çok yazar olduğunu söyledi. “Medyanın içinde bulunduğu durum nedeniyle önemli gazetecilerin kalemlerinin ucuna bir şey geldiğinde tercih ettikleri yer oluyoruz” diyen Aydın Engin şöyle anlattı:
“Sağcılık-solculuk diye bir takıntımız da yok, nefret söylemleri de. Ayrıca burada kötü görünmeyeceklerini biliyorlar. Halbuki çok daha fazla tıklanan sitelerde yazabilirler. Fakat o sitelerin içinde görünmek istemiyorlar. T 24 habercilere hiçbir engel koymuyor bu yüzden yazarlar bizi tercih ediyorlar. Tabii biraz da tasarımından hoşlanıyorlar.”
Söyleşilerde hassasiyet
Engin, söyleşilerde çok hassas davrandıklarını şu cümlelerle anlattı:
“ İnsanlar bizlerle konuşurken belki kastetmek istemediği ifadeler kullanmıştır, istediğini çıkarsın istediğini eklesin diye düşünerek, her zaman söyleşileri onlara gönderdik ve onay aldıktan sonra yayınladık. Gülriz Sururi hariç. Kendisi yapılmış söyleşinin iptal edilmesini istedi biz de böyle bir şeyin olamayacağını söyledik.“
“Yeter ki söyleyecek sözü olsun”
Engin, kutuplaşmalar ve işten çıkarılan gazeteciler hakkında şunları söyledi: “Bize hangi yazar başvursa biz kabul ediyoruz. Teklif götüremiyoruz çünkü telif ödeyemiyoruz. Dolayısıyla bu kadar doldur boşalt yapılan bir dönemde insanların yaşadığı bir sorun sizin için fırsata dönmüş oluyor ve gerçekten çok çirkin oluyor. Bir arkadaşınız ya da önemli bir yazar işini kaybediyor biz ‘Bize gelebilirsiniz ama biz para veremiyoruz’ diyemiyoruz. Çünkü bu fırsatçılık oluyor” diyen Engin ekledi:
“Ama başvuranları kimseye hakaret etmiyorsa kabul ediyoruz ve çok eleştiri alıyoruz. ‘O nasıl yazar burada?’ diyen çok insan oldu. Burada Atatürkçü de İslamcı da yazıyor, yeter ki söyleyecek sözü olsun.”
Alper Görmüş T24 de yazmaya devam ediyor
Bir çok gazetede çalışmış olan, kapatılan Nokta Dergisi’nin genel yayın yönetmeni ve şuanki Türkiye Gazetesi yazarı Alper Görmüş’ün T24 den neden ayrıldığı sorusuna “Aslında gitmedi. Biz Alper Görmüş’e herhangi bir ödeme yapmıyorduk. Türkiye Gazetesi ona teklifte bulunmuşlar. O da onlara ‘Türkiye Gazetesi’nde yazacağım ama o sevdiğim uzun yazıları T24’de yazmaya devam edeceğim’ demiş. Türkiye Gazetesi de kabul etmiş. Bana sizin için bir sakıncası var mı diye sordu. Niye olsun ki dedim ben de.”
Türkiye’de eleştiriyi işlevsizleştiren bir aşırılık var
Doğan Akın, Alper Görmüş’e yapılan eleştiriler hakkında şunları ekledi: “ Alper ‘Bana çok tepki var, istersen ben ortadan kaybolayım’ dedi. Tabii ki biz asla böyle bir şeye gerek görmedik ve herşeyi göğüslemeye hazır olduğumuzu söyledik. Onun Ergenekon’da ve diğer konularda eleştirildiği şeyler oldu ama bu onu kötü bir gazeteci yapmaz. Türkiye’de eleştiriyi işlevsizleştiren bir aşırılık var. Bizim bir genç arkadaşımız Alper Görmüş geldi diye, onun, devletin ideolojik aygıtı olduğu düşüncesiyle işten ayrıldı.”
İmam hatip meselesinde cüret var
Türkiye’deki bir çok medya kuruluşunda sorunlar olduğundan bahseden Engin, “Türkiye’de bağımsız habercilik eskiden beri var. Ancak oralarda da bir takım etnik ya da dini temelli kışkırtmalar başta olmak üzere bazı takıntılar görüyorsunuz” dedi ve devam etti:
“Benim mesleği öğrendiğim Cumhuriyet Gazetesi, sahiplik yapısı açısından Türkiye’nin en önemli gazetesi. Sonuçta bir vakfa ait.  Başbakanın vergi kaçırdığını 9 sütun manşet yapabilen bir gazete Cumhuriyet. Orada bile yöneticilik yaparken bir şey dikkatimi çekti. Muhabirler imam hatip meselelerindeki haberlerde daha rahat davranıyorlardı. Bakıyorsunuz ki diğer haberlerde daha titiz çocuk. Kendisine, durumun kıyısından köşesinden bir hadise çıkarmış ve haber yapmış. Ama imam hatip konusunda böyle değillerdi. Bir dikkatsizlik, bir cüret var. Bu durum gazetecilere bile sirayet etti. “
 “Platform” yasak
Engin, Platform 24 adlı bir dernek kurmak istediklerini ancak Gezi olaylarından sonra “platform” kelimesinin yasaklandığı söyledi:
 “Geçtiğimiz hafta P24 adında bir platform kurduk. Yalnız Gezi olaylarından sonra, zannediyorum ki platform adını da yasaklamışlar. Derneklerde artık platform ismi kullanılamıyor, izin vermediler. Sonradan ‘Punto 24’ diye bir şey uydurduk. Hasan Cemal başkanlığını üstlendi. P24 ‘de savunma, ekonomi, magazin gazeteciliği gibi alanlarda bir üniversiteyle yapacağımız seminer programları yer alacak.”
 “Keskin nişancıya ihtiyaç var”

Muhabire çok ihtiyacımız var diyen Engin ekledi:
“Ankara’da çalıştırdığımız arkadaşımızı kadromuza alamıyoruz, neyse ki emekli, ama inanabiliyor musunuz 25 yıllık gazeteciye ayda 750 lira ücret ödüyoruz. Yine de muazzam çalışıyor, günde 3-4 haber giriyor ve çok yardımı dokunuyor. Londra, Amerika, Almanya’da arkadaşlarımız var, onlardan da içerik alıyoruz. Muhabire çok ihtiyacımız var. En azından elimizde bir keskin nişancı olarak 3-4 kişi daha olsa çok iyi olacak.”

5 Ekim 2013 Cumartesi

Sosyal Medyanın Olumlu ve Olumsuz Getirileri


İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde 2 Ekim Çarşamba günü, “Sosyal Medya ve İnternetin Gazetecilikteki Rolü”  konulu konferans veren Ann Cooper, alternatif medyanın olumlu ve olumsuz etkilerinden bahsetti.

Colombia University Graduate School of Journalism’de öğretim üyesi ve Gazetecileri Koruma Komitesi’nin eski başkanlığını yapmış olan Ann Cooper, “Artık insanlar ilan vermek için bile internet sitelerini tercih ediyorlar. Bu yüzden gazeteler kelime başına aldıkları yüksek ücretlere veda ettiler ve internet sitelerini açmak zorunda kaldılar” dedi.

Maddi kazanç gütmeyen, bağımsız bir oluşum olan, National Public Radio’nun  ilk büro şefliğini yapmış olan Cooper, “Sosyal medyayı gönüllü kullananlar, bu işten para kazananların önünü kesiyor. Aldığı bilgiyi sosyal medyada anında paylaşan kullanıcılar, para kazanmak isteyenlerin işini zorlaştırıp, rekabeti arttırıyor” dedi.

Alternatif medyada geleneksel medyadan alamadığımız bilgilerin yer aldığını söyleyen Prof. Ann Cooper, “Ancak bu bilgileri alternatif medyada doğrulamak çok zor” diye ekledi ve örnek verdi: “Mısır Devrimi sırasında paylaşılan bir videonun güncel olduğu sanılırken, sonradan 3 sene önceye ait olduğu anlaşıldı”.


Cooper, alternatif medyanın olumlu etkilerinden söz ederken, Twitter hesabında çok sayıda takipçisi olan Amerikalı yurttaş gazeteci Andy Carvin’in, Mısır Devrimin’de gerçekleşen olayları, çalıştığı radyoda değil de kendi bloğu ve Twitter’ında anında yazarak, okuyucularla paylaştığından bahsetti.