29 Ekim 2013 Salı

“Medyanın cinsiyetçi ikiyüzlülüğü”

Toplumsal Cinsiyet ve Medya konularında çalışmaları olan Itır Erhart, Çocuk Çalışmaları Derneği’nden A. Zeynep Kılıç ve İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi'nden Gökçeçiçek Ayata ,bebeğini 9 gün evde bırakan anne ile ilgili çıkan haberlerde, sosyal, psikolojik ve hukuki açıdan ihlaller yapıldığını söylediler.

İstanbul Bilgi Üniversitesi Çocuk Çalışmaları Birimi'nde (ÇOÇA)  projeler danışmanı, araştırmacı ve çocuk hakları eğitmeni olarak çalışan A. Zeynep Kılıç, bebeğini 9 gün evde bırakan anne ile ilgili çıkan birçok haberin medyanın cinsiyetçi ikiyüzlülüğünden kaynaklandığını söyledi.

Olayla ilgili 22Ekim günü bazı gazetelerde çıkan başlıklar şöyle:
Milliyet “Cani annenin ölüm tatili”
Şok “Vicdansız Yaratık”
Vatan “Senin Kalbin Var mı?”
Star “Bebeğini ölüme terk etti tatile gitti”
Posta “Bebeğini aç susuz bırakıp öldürdü”
Sözcü “Kan donduran ifade”
Zaman “Canavar anne 2 aylık bebeğini ölüme terk etti”
Sabah “Tatilde vicdanın hiç mi sızlamadı/ Anne vahşeti”

“Bu ölüme neden olan bir kadın değil de bir erkek olsa böyle bir haberleştirme hali görmeyecektik” diyen Zeynep Kılıç, Türkiye’de erkeklerin kadınları ve çocukları sürekli öldürdüğünü, taciz - tecavüz ettiğini, medyanın da bunları görmezden geldiğini ve meşrulaştırmak için gerekçeler sunduğunu söyledi. Kılıç, “Ölenin ve öldürenin kim olduğu medyanın bakışını doğrudan etkiliyor ve her ikisinden biri kadın olduğunda, fatura neredeyse hep kadına kesiliyor. Bu medyanın cinsiyetçi ikiyüzlülüğü ve bunun her fırsatta açığa çıkarılması gerekiyor” dedi.

Olayla ilgili çıkan haberlerin, medyadaki cinsiyetçi algıyı bir kez daha gösterdiğini söyleyen Kılıç, cinsiyetçi yaklaşımın, Türkiye’deki ana akım medyanın hak temelli bir habercilik anlayışına sahip olmamasından kaynaklandığını belirtti:
“Bu olayda da çocuğunun ölümüne neden olan kadının, bu ihmale neden olan davranışını analiz eden, arkasındaki toplumsal yapıyı ortaya koyan bir haber yapılmadı. Kadın sadece anne olarak tanımlandı ve ‘anneliğin kutsallığı’ miti çerçevesinde bir canavar olarak yaftalandı. Oysa kutsal olan annelik değil yaşam hakkıdır.”

“Medya toplum vicdanını rahatlatmaya çalışıyor”
Kılıç, kadının, ne bebeğin babasından, ne kendi ailesinden, ne çalıştığı okuldan, ne doğumu yaptığı hastaneden herhangi bir destek görmediğini, tam tersine Türkiye'de bekar bir anne olmanın tüm zorluklarıyla kendi başına mücadele ettiğini söyledi:
“ Medya ise bütün bunları görüp açığa çıkarmak yerine kadını "cani, vicdansız, bebek katili, hasta" vb. tanımlayarak sorumluluğu kadına yüklemeye ve güya toplum vicdanını rahatlatmaya çalışıyor.”

“Bu olay olurken sizin uzmanlarınız neredeydi?”
Kılıç, annesi ve babası eğitim ve emniyet teşkilatında çalışan, hastanede doğmuş olan bir çocuğun bu biçimde ölmesinin asla sadece annesinin sorumluluğu olamayacağını, dolayısıyla, eğer tüm bireyler için hak temelli bir habercilik yapılacaksa bu tür olaylarda devletin sorumluluğunun ısrarla hatırlatılması gerektiğini söyledi:
“Hak temelli bir habercilik yapılırken, sadece Aile Sosyal Politikalar ve Milli Eğitim Bakanlarının açıklamaları yayınlanmamalı, bunun yanında,  ‘peki bu olay olurken sizin uzmanlarınız, yöneticileriniz, memurlarınız neredeydi?’ diye sormak gerekir.

“Yaşam hakkı sadece nefes almayı değil, sağlıklı ve mutlu yaşamayı kapsar”
Bu olayda yaşam hakkını kaybeden sadece ölen bebek değil, aynı zamanda annedir diyen Kılıç, yaşam hakkının sadece nefes almayı değil, sağlıklı ve mutlu yaşamayı, bu olanağa sahip olmayı kapsadığı düşüncesinde.

"Bu çocuğun bir de babası yok mu?"
Kılıç, medyanın içinde bulunduğu olumsuz durumun tek tesellisi olarak, bazı gazetelerde ve internet sayfalarında, çoğunluğu kadın yazarlar tarafından yazılan köşe yazılarında bulunan "bu çocuğun bir de babası yok mu?" sorusunu gösteriyor. Kılıç, bunun da yeterli olmadığını, bu olayda devletin de sorumluluğunun altının çizilmesi gerektiğini söyledi.

Kılıç, “Yeni öğrendiğim bir söz var: ‘Her suç topluma sorulmuş bir sorudur’. Bu ve benzeri tüm olaylarda en başta devlet yöneticilerinin ve toplumu biçimlendirme gücü ve sorumluluğu taşıyan medyanın ve ardından hepimizin "bu kötü sonucun ortaya çıkmasında bizim etkimiz, dahlimiz, sorumluluğumuz nedir?" diye sorması gerekiyor” dedi.

İstanbul Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi'nde uzman olarak çalışan Gökçeçiçek Ayata, çıkan haberlerle ilgili, “Olayın şüphelisi anne hakkında çıkan haberlerde kullanılan ‘canavar’, ‘cani’, ‘zalim’ ve benzeri ifadeler, şüphelinin isminin açık şekilde yazılması, yüzü açık şekilde görünen fotoğraflarının kullanılması, mesleğine ve bebeğin doğumu sırasındaki medeni durumuna dair yapılan yorumlar, kullanılan dil... Bunların tümü çok problemli” dedi.

Ayata, basının, olaya ilişkin meslek etiğini çiğneyen tavrının, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından kınandığını, soruşturmayı yürüten savcılığın da bu konuda bir açıklama yapma ihtiyacı duyduğunu vurguladı.
Gölcük Cumhuriyet Başsavcısı Mehmet Yaman’ın olayla ilgili açıklaması şöyle:
"Şüpheli anne ile ilgili bir linç kampanyası başlatılmış durumda bu beni çok rahatsız etti. Yapılan çok yanlış bir şey. Meslek hayatımda ilk kez basın açıklaması yapıyorum, yapmak zorunda kaldım. Sebebi de tamamen bu linç girişimidir. Biz şüphelilerin de hakkını koruyacak delilleri toplamak zorundayız"

Ayata, şüpheli anne ile ilgili basın tarafından bir linç kampanyası yürütülmesi hakkında şunları söyledi: “ Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde ‘Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır.’ denilmektedir. Oysa bu olayda masumiyet karinesi basın tarafından açık şekilde ihlal edildi” dedi.

Şüphelinin kadın olmasının, haberlerin yansıtılış biçimine ve kullanılan dile etkisinin asıl dikkat çekilmesi gereken şey olduğunu söyleyen Ayata, “Olayın şüphelisi bir erkek olsaydı haberlerde bu cinsiyetçi dil ve yaklaşımın kullanılmayacağını sanırım hepimiz öngörebiliyoruz” dedi.

Ayata, bunların yanında devletin sorumluluğuna da değinmek gerektiğini belirtti. Ayata, “Türkiye'nin yirmi beş yılı aşkın süredir taraf olduğu Kadına Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına Dair Birleşmiş Milletler Sözleşmesi (CEDAW,) devletlerin kadınlara yönelik ayrımcılığı ortadan kaldırma zorunluluğunu düzenlemektedir. Sözleşme'de medeni durumlarına bakılmaksızın çocuklarla ilgili konularda ana ve babanın eşit sorumlulukları olduğu belirtilir” dedi.

“Medya, cinsiyetçi dili değiştirme ihtiyacı hissetmiyor hatta cesaretleniyor”
Ayata, kadınların birey olarak değil ailenin parçası olarak kabul edildiği, medeni durumlarının ayrımcı muamelelere temel oluşturduğu, çocuk sayısına dair serbest iradelerinin yok sayıldığı veya sakatlandığı, kadınlara dair kalıplaşmış rollerin yeniden üretildiği, pekiştirildiği, cinsiyetçi ve kadınları aşağılayıcı ifadelerin üst düzey kamu yetkilileri tarafından rahatlıkla dile getirilebildiği bir ülkede yaşadığımızı söyledi : “Bekar ebeveynliğe ilişkin de bir sosyal destek ağı veya politika mevcut değil. Hükümet kadını güçlendirmeye yönelik değil aileyi koruma amaçlı politikalar üretiyor. Hükümetin kadına yönelik politikaları veya politikasızlığı, kadının insan haklarına yönelik ihlallerin devlet eliyle meşrulaştırılması ve artması riskini beraberinde getiriyor. Elbette basın da bundan nasibi alarak yaptığı haberlerdeki cinsiyetçi dili değiştirme ihtiyacı hissetmiyor hatta bu konuda cesaretleniyor.”

İnsan Hakları, Toplumsal Cinsiyet ve Medya konularında çalışmaları olan İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Itır Erhart, medyanın bu olayı, kadının doğum sonrası ruh sağlığını düşünerek haber yapması gerektiğini, çıkan haberlerin bu düşünceden çok uzak olduğunu belirtti, doğum sonrası kaçma duygusunu doğum yapan çoğu kadının yaşadığını söyledi.

Itır Erhart, haberlerde cinsiyetçilik yapıldığını, bunu bir babanın yapması durumunda bile yine annenin 
suçlanacağını söyledi:
“Eğer bunu bir baba yapsaydı ‘Erkek anlamaz, ne bilsin’ denilirdi ve yine kadın, çocuğunu babaya bıraktığı için suçlanırdı. Türkiye gibi çocuğun sorumluluğunun annede olduğu ülkelerde çocuk bakmak erkeğin işi değildir diye bakılıyor. Türkiye’de baba olduktan sonra erkeğin sadece bir iki gün için izin alabilmesi, doğum izninin sadece kadına verilmesi buna çok açık bir örnek.”

Medyanın, annenin bebeğini tek başına büyütmesine yargılayıcı bir tavırla yaklaştığını söyleyen Erhart, “Medyanın gözünde aile değilsen anne de değilsin” dedi. Erhart, tek başına çocuk büyütmek isteyen bir kadının, anne-babası ya da kocasının olma zorunluluğu olmadığını söyledi: “Tek başına anne olan bir bireyin Türkiye’de hakları yok hatta o kişinin anneliği bile medya tarafından sorgulanıyor ve yargılanıyor.”
Erhart, bu olayla ilgili çıkan başlıkların insan haklarından uzak olduğunu, devletin ve medyanın bu anneye ve haklarına sahip çıkması gerektiğini söyledi:
“Devletin ve mekanizmalarının bu kadına sahip çıkması gerekiyor. Annenin doğum sonrası depresyonu yaşadığını düşünüyorum ve bunu yaşayan bir kadın bu kadar tek başına bırakılmamalı. Tek başına bir annenin devletten bir beklentisi olmalı bence bir insan hakkıdır bu.”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder