11 Aralık 2013 Çarşamba

ImDb, Kelebeğin Rüyası ve Oscar

Kelebeğin Rüyası’nın, şimdiye kadar Oscar’a gönderdiğimiz 20 filmin içerisinde en yüksek ImDb (Internet Movie Database) puanına sahip olması, Oscar’daki şansının yüksek olduğunu mu gösteriyor?

Yönetmenliğini Yılmaz Erdoğan’ın yaptığı Kelebeğin Rüyası, 86’ıncısı düzenlenen Oscar Ödülleri’nde “En İyi Yabancı Dilde Film” dalında Oscar aday adayı oldu. Dünya’da sinemaseverlerin verdiği oylarla belirlenen ve filmler için önemli bir otorite haline gelen ImDb’de 7.9 oy ile, bugüne kadar Oscar’a gönderilen Türk filmleri arasında en yüksek oyu alan Kelebeğin Rüyası’nın, Oscar’da ne derece başarılı olacağı merak konusu.

2 Mart 2014’de sahiplerini bulacak Oscar Ödülleri’nde yarışacak olan Kelebeğin Rüyası, ImDb’de aldığı 7.9 oy ile başarılı bir film olduğu düşüncesi ve ödülü kazanma umudunun yanında tartışmaları da beraberinde getirdi.

Kanal D’de yayınlanan “Cinemania” programının editörü Fırat Sayıcı, ImDb’nin yeterli referansa sahip olmadığını düşünüyor. Sayıcı, ImDb’nin oldukça şeffaf bir sistem olduğunu, fakat her izleyicinin iyi bir sinema izleyicisi olmadığını, bu durumun da oyların gerçekliğini etkilediğini söylüyor. Sayıcı, “Örnek vermek gerekirse Ender’s Game, son zamanlarda izlediğim en kötü bilim kurgu filmlerinden biriydi. ImDb’deki puanı ise 7.2, bu çok gülünç” diyor.

ImDb  izleyici kitlesinin sinema bilgisinden şüphe eden sadece Fırat Sayıcı değil. Cumhuriyet Gazetesi'nde film eleştirmenliği ve sinema konulu röportajlar yapan Alper Turgut, ImDb'de Kelebeğin Rüyası'na 6 bin 12 kişinin oy verdiğini, dikkate alınması gereken bir kitle olmasına rağmen önemli olanın ayrıntıda gizli olduğunu belirtiyor. Oy verenlerin yüzde 43,7'sinin filme 10 tam puan verdiğini belirten Turgut, bunun güvenilir olmadığını ve kesinlikle ImDb'deki puanın referans alınmaması gerektiğini söylüyor:

“Kelebeğin Rüyası’na, sitede puan verenlerin yüzde 43.7’sinin 10 tam puan vermesi şaka gibi… Birileri bol keseden 10 yağdırmış…Bu sonuca sadece gülerim, kıs kıs gülerim, o kadar.”

Bu düşüncelerin yanında ImDb'nin dikkate alınması gerektiğini düşünenler de var. Öyle ki,  Sinematek Derneği'nde “Film Analizi” dersi veren Barış Saydam konu ile ilgili olarak, “Wikipedia' nın yaptığını ImDb  sinema alanında yapıyor, katılımcıların içeriğe katkılarıyla büyüyor ve genişliyor. Bu açıdan ImDb filmler için önemli bir referans site” diyor.

Peki, Kelebeğin Rüyası’nın Oscar adayı olma şansı var mı?

Sinema eleştirmenlerinin çoğunluğu bunun çok zor olduğunu düşünüyor. Bazıları filmin anlatım açısından yetersiz olduğunu vurgularken bir kısım sinemacı da kütürel uzaklık nedeniyle Kelebeğin Rüyası gibi filmlerin jüriye hitap etmeyeceğini düşünüyor.

SİYAD (Sinema Yazarları Derneği) yönetim kurulu üyesi Fırat Yücel, Kelebeğin Rüyası filminin şiire ve yaratma güdüsüne övgü olarak düşünülmüş bir film olmasına rağmen çok az sahnede bu coşku hissini yakalayabildiğini söylüyor. Fırat Yücel Kelebeğin Rüyası için, “Son yıllarda, düşük bütçe ile zekice yapılmış filmleri seçen akademi için Kelebeğin Rüyası demode kaçabilir. Film sanki bugünün değil, 15 yıl öncesindeki akademinin sevebileceği bir film gibi” diyor.

Film eleştirmeni Alper Turgut da Kelebeğin Rüyası için olumsuz eleştiri yaptı. Alper Turgut film hakkında, oyuncu seçimindeki yanlışlık, senaryodaki aksamalar, tempo sorunu, siyaseten tarafgirlik gibi pek çok olumsuzluğa değiniyor.

“Cinemania” programının editörü Fırat Sayıcı, Kelebeğin Rüyası için, hem ele aldığı konu, görsel yetkinliği hem de oyunculuk olarak tatmin edici bir film olduğunu söyledi. Ancak süresinin gereksiz yere uzun olduğunu ve Belçim Bilgin’in o rol için uygun olmadığını da vurguluyor.

Fırat Sayıcı, Kelebeğin Rüyası’nın Oscar Ödülü’nü kazanma şansı için, “Ödülü alan filmlerin yönetmen ve oyuncularına bakarsak, Türkiye'nin bu kaliteye sahip olmadığını ve uzun bir sürede ödülü kazanmasının zor olduğunu söyleyebiliriz” diyor.

Sayıcı, Oscar’ın sadece bir tören ya da yarışma olmadığını, Hollywood’un tüm dünyaya kendini pazarlama yöntemi olduğunu, ve bu pazarlama şöleninde Türkiye gibi bir ülkenin şansının pek olmadığını belirtiyor.

Star Gazetesi sinema yazarı Elif Tunca da görüşü destekleyerek, başarılı olan ülkelerin kültürlerinin yakın olduğunu, hikayeleri daha kolay kabullendirdiklerini ve anlamlandırdıklarını söylüyor:
“ Peki İran nasıl aday gösteriliyor denebilir. İran sinemasında köklü bir kültürel devamlılıktan dolayı, bizdekilerden daha sağlam bir anlatı yapısına rastlanabiliyor. Mecid Mecidi' nin Cennetin Çocukları filmi buna örnektir. “

Kelebeğin Rüyası’ nda ajitasyon dozunun yüksek olduğunu söyleyen Tunca, filmin şiir ve şair odaklı olmasına rağmen şiir ruhundan çok uzak olduğunu vurguladı: ”İki genç şair karakterin ağzına birkaç mısra koyunca şiirsel bir iş yapmış olmuyorsunuz maalesef. “

SİYAD Yönetim Kurulu Üyesi Deniz Yavuz ise, son 30 yılda Oscar'a 20 filmin gönderilmesinin ve ülke içerisinde bir akademinin toplanarak Oscar'a gönderilecek filmi seçmesinin büyük bir başarı olduğunu belirtiyor.

Yavuz, Kelebeğin Rüyası için ise film dili sebebiyle yenilikleri içinde barındıran bir film olduğunu, tanınmış isimlerin yer aldığını, BKM’nin bu film için tanıtım çalışmaları yapabilecek bir şirket olduğunu ancak Oscar’da başarı için bu yerel başarıların bir önemi olmadığını söylüyor.

Zaman Gazetesi sinema yazarı Ali Koca, “Kelebeğin Rüyası yeniden yapılanan kurgusu ile ( ikinci kez vizyona giren hali) tam anlamıyla Oscar için yapılmış bir film” diyor. Koca, Kelebeğin Rüyası' nın ABD'de yaptığı lobi faaliyetleriyle ( Akademi üyelerine filmi izletme ve söyleşi yapması) şansını artırma gayretinde olduğunu, 'Oyun' u kuralına göre oynadığını ve Oscar’ı kazanma şansının yüksek olduğunu söylüyor.

ImDb:

ImDb şuanda dünyadaki en popüler film sitesi konumunda. 1990 yılında kurulan ImDb, 1998 yılında dünyanın Amazon.com’a satıldı. Günümüzde 48 milyon kayıtlı üyesi bulunan ImDb’yi, her ay 100 milyonu aşkın kayıt dışı üyenin ziyaret ettiği söyleniyor.


İzleyicilerin oyları ile filmlerin puanının hesaplandığı sitedeki filmlere verilen oylar, bir formül üzerinden hesaplanıyor. Örneğin; siz bir film izlediniz ve oy vermek istiyorsunuz. Sizin verdiğiniz oy ile filmin güncel puanının toplamı, oy veren kişi sayısı ile filmin sıralamasının toplamına bölünüyor. Bu işlemden sonra sizin verdiğiniz oy filmin güncel puanını etkiliyor ve ortalamayı değiştiriyor.

1 Aralık 2013 Pazar

“Bir fırtına tuttu bizi” Selanik’e savurdu


Meriç Nehri’nin sakinliğine dalmış izlerken, Mehmet ile Yorgo’nun beraber görev yaptığı “0” noktasından geçtiğimi fark ettim.

Nedendir bilinmez, Yunan askerleri Türk askerlerine göre pasaport kontrolü yaparlarken çok daha yavaş hareket ediyorlar. Aslında bu durum sadece Yunanistan’da değil, İtalya Fransa gibi, diğer bazı Avrupa ülkelerinde de böyle. Bu yüzden, her ne kadar Yunanistan topraklarına giriş yaptım diye düşünseniz de, aniden duraksıyor ve 2 saati geçen kontrol çilesini yarım saat arayla tekrar yaşıyorsunuz.

Ve tekrar…

Bu kadar kontrollü olmalarının sebebini, daha vize alma işlemlerinde, daha önce gittiğim ülkelerin istemediği belgeleri istediklerinde düşünmeye başlamıştım. Nihayet sebebini öğrendiğimde şaşırmadım. Meğer Türkiye’den Avrupa’ya ilk çıkış kapısı olduğu için Yunanistan  böyle sıkı yöntemlere gitmiş.

Saatler süren sessiz bekleyiş yerini bir yolcunun endişeli sesiyle bozuldu. Yunan askeri, otobüsten bir kişinin ülkeye girmesine izin vermiyordu. Sebebi ise tur şirketinin dikkatsizliğiydi. Yolcunun vize başlangıcı birkaç gün sonraydı. Uzun uğraşlardan sonra uzlaşma sağlanamadı ve yolcu inmek zorunda kaldı. Onunla birlikte arkadaşı da yalnız bırakmak istemeyip indi sınır kapısında. Sessiz, karanlık, sadece tırların olduğu bomboş bir alanda sabahın dördünde iki kadın…

Rehber bir saat sonra Yunanistan’dan dönecek olan bir otobüsün onları alacağını söyledi. Pasaportları defalarca kontrol eden rehber… Peki ya o saate kadar ne yapacaklardı?
Bu şoku bir süre atlatamadım. Altı saatini otobüste geçirip sınırda o saatte inmek zorunda olmak çok sinir bozucu olsa gerek…

Gözlerimi açtığımda uçsuz bucaksız Volvi Gölü’ne bakakaldım. Bizdeki Sapanca’ya benziyor ama dikkatimi ağaçların arasına tek tek yerleştirilmiş iki katlı evler çekti. Göl öylesine dingin ki, evler onu izlemek için huzurla ağaçların arasındaki yerlerini almışlar.

Ve Selanik görünür…

Atatürk’ün doğduğu,
kuruluşu Roma İmparatorluğu’ndan da eskiye dayanan
tarihi büyülü kendisi yorgun,
ismini Büyük İskender’in kardeşinden alan şehir,
Thessaloniki…

Şehir merkezine girdiğinizde az önce gördüğünüz dingin manzara birden gözünüzün önünden siliniyor ve İstanbul’un o karışık binalarından pek de farkı kalmıyor. Ancak tek bir farkı var ki, sokaklarda İstanbul kadar insan ve araç göremiyorsunuz.

Şehre girdiğimde ilk ilgimi çeken yer Aya Dimitrus Kilisesi oldu. Hristiyan olduğu için Dimitri adında bir aziz, Hristiyan olmayan Romalılar tarafından öldürülüyor. Bu kişi adına 403 yılında Aya Dimitri Kilisesi yapılıyor. Geçmişte yanan ve sadece temeli kalan kilise yeniden inşa edilmiş. Kilise, Osmanlı döneminde cami imiş. Aya Dimitrus, Selanikliler tarafından şehrin “koruyucu meleği” olarak konumlandırılmış.

Aya Dimitri’ye girer girmez değişik bir koku hissettim. Tütsü desen değil, sabun desen değil. Daha önce tanımlamadığım bir koku…

Bu koku eşliğinde önlere doğru yürüdüğümde muazzam bir manzara karşıladı beni. Selanik’in sıkıcı sokaklarından geçip buraya girmek adeta uyandırdı duygularımı. İnsanlar İsa’nın olduğu tabloyu öpüp, dua edip, ağlıyordu. O kadar içten ve tutkuyla yapılan bir hareketti ki bu, onları dakikalarca hareketsiz seyretmeme neden oldu.

Biraz daha ilerlediğimde bazı din adamlarının insanlara bir şeyler yedirip dua ettiklerini, bazılarının ise ilahi okuduğunu farkettim. Ayinden ayrılanlar ise kilisenin koyduğu değişik tatta ekmekleri yüzlerine sürüp öpüyorlardı.

1912’lerden sonra, Osmanlı’nın elinden alındıktan sonra, hızla helenleştirilen şehirde Ortodoks yapı hakim. Helenizm, Grek kültürünü doğu kültürüne yayma çabasıdır. Yani Türkleştirilen Yunanistan, hızlıca eski kültürüne döndürülmüş. 1912’de Yunan Krallığı’na bağlanan ve Osmanlı geçmişini bir an önce unutmaya çalışan Selanik’de, Osmanlılar tarafından inşa edilmiş, senelerdir Ege Denizi’nin maviliğini izleyen tek bir yapı kalmış.  Günümüze kadar gelmiş tek ayakta kalmış yapı ve Selanik’in simgesi olan Beyaz Kule…

Beyaz Kule, Kanuni zamanında yapılıyor. Ancak Yunanlılar tarafından  alındıktan sonra şehri vaftiz etmek ve Osmanlı’dan arındırmak için bu kale dahil her yer beyaza boyanıyor. Böylece ismi Beyaz Kule olarak kalıyor. Kulenin şimdiki duvarları beyaz değil, günümüze kalmamış. Vaftizden kalan tek miras ismi olmuş.

Biraz ilerden yukarıya doğru çıktığınızda Bizans döneminde yapılmış Yedikule Surları karşılıyor sizi. Sur içinde bizde de olduğu gibi çarşı alanı var. Çarşıda simitçi, aktar, kağıtçı, hediyelik eşya dükkanları ve tüm şehirde olduğu gibi çok sayıda pastane ve börekçi mevcut.

Surları geçip Selanik Kalesi’ne girdim. Burada kalenin içini büyük merdivenleri çıkarak gezebilir ve Selanik’i panoramik izleyebilirsiniz. Kale içindeki özellikle hediyelik eşya dükkanları diğer Avrupa ülkelerine göre epey ucuz. Diğer ülkelerde 10 Euro’ya aldığınız  magnetler burada 1 Euro.

Aristotales Meydanı’na doğru giderken, Yunan krizinde büyük rol oynamış Tripeza Bankası’nın önünden geçtim. Yunanistan’daki söylenen kriz insanların haklarını hükümetten alamadıkları için yaşanan bir kriz. İnsanlar Türkiye’deki gibi açlıkla savaşmıyorlar. Buradaki emekli maaşlar yüksek ve insan hakları oldukça gelişmiş. Şimdiki hükümet, bu hakları ve maaşları azaltmaya çalıştığı için halk ve hükümet çatışma içerisinde.
Bina çok ihtişamlı ve devasa yapılmış diye düşünürken önüme bir araba galerisi çıktı. Lüks arabaların 3000 Euro civarındaki fiyatları görenleri çok şaşırttı ve düşündürdü. Araba fiyatları böylesine uygunken caddelerde lüks arabaların yer almaması çok şaşırtıcıydı.

Şehirde dolaşırken cadde üstü yada sokak arası farketmez, apartmanların hepsinin geniş balkonlu ve aynı en ile boya sahip olduğunu göreceksiniz. Aristotales Meydanı’nda, M.Ö. yaşamış önemli bir filozof olan Büyük İskender’i eğiten Aristotales’in heykeli mevcut. Bu meydanda daha önce duymadığınız kulakları tırmalayan korkutucu jet seslerini duyabilirsiniz. Bu jet uçaklar akrobasi hareketler yaparak gösteri yapıyorlar, ancak sesi hiç de görüntüsü kadar hoş değil.

Bizde Çırağan Sarayı nasıl büyük bir otelse bu meydanda da Electro Palas Oteli ve binaları çok ünlü. Kanuni tarafından yaptırılan Beyaz Kule de bu meydanda yer alıyor. Bu meydandan Beyaz Kule’ye kadar, kordon boyunca fastfood, balık restoranları yada sadece içecek olan restoranları var. Frappe buranın geleneksel içeceği ve çok yaygın bir şekilde satılıyor.

Bize coğrafi olarak ne kadar yakın olsalar da, burada Türk damak tadına uygun yemek bulmak biraz zor. Bu yüzden eğer Türk damak tadına uygun bir restoran arıyorsanız Aristotales Meydanı’nda kordon boyundaki Mangio’yu deneyebilirsiniz. Fiyatlar uygun, yemekler güzel ancak servis yavaşlığını göze almanız gerekiyor.   
Selanik’in gece hayatı ise oldukça hareketli. Publar hiç boş kalmıyor. Özellikle Aristotales Meydanı’nda, gecenin ilerleyen saatlerinde bol bol insan görebiliyorsunuz.

Selonique...
Salonik…
Bizans, Osmanlı ve Yunanistan’ın en önemli şehirlerinden olan,
Balkanlardaki tüm devletlerin günün birinde bayraklarını dikmek istedikleri,
İstanbul’un kızı İzmir’in ikizi olan şehir.

Tarihinde birçok kültürü barındırmış ve dünyanın sayılı şehirlerinden olan Selanik, geçmişinde yaşadığı büyük depremler ve yangınlar sonucunda tarihi güzelliklerinin çoğunu kaybetmiş. Burada 1950’lerden kalan bir mimari yapı göremezsiniz diyor rehber. Gerçekten de sayılıydı gördüklerim. Tarihindeki hareketlilikten midir bilinmez, sokaklar ruhsuz, yorgun, sakin…

Ancak Selanik için çok fazla mürekkep kullanılmış. Arşivlerinde Selanik üzerine yaklaşık 3350 çalışma var.
Yunanistan’ın Atina’dan sonraki 2. büyük şehrinde 365 bin kişi yaşıyor. Sokaklarda insan görmememe şaşırmamak gerek.

10 Kasım günündeki Atatürk Evi manzarasına değinmemek olmaz…

Atatürk Evi’nin önündeki cadde Yunan polisleri tarafından kapatıldı. Günlerdir sokaklarda göremediğimiz Yunan polisi bugün özel güvenlik önlemleri almıştı Türk Konsolosluğu ve Atatürk Evi’nin önünde.

Saat 9 a geliyor…

Daracık alanda, yüzlerce insanın Atatürk’ün evine girebilmek için parlayan gözlerini görebiliyorsunuz.
Kalabalık var, insanlarda tutku var ama organizasyonda coşku yok. Ses sistemi ve evin bahçesinde konuşma yapanların görüntüsünü veren ekran bahçe kapısının üzerine kurulmuş. Dışardaysanız içeriyi buradan görüyor ve duyuyorsunuz. Ancak o gün kamera daha çok evin dışındakileri çekti.

Saygı duruşu, İstiklal Marşı, misilleme Andımız’dan sonra yapılan “Türkiye laiktir laik kalacak”, “Her yer Taksim her yer direniş”, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganları, balkonunda minik bir Yunan bayrağı bulunan teyzenin, balkonunda oturup toplanmış kalabalığı izlemesine neden oluyor.
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun konuşmasından sonra artan sloganlara, buranın slogan için uygun bir yer olmadığını düşünenlerin katılmamasıyla son veriliyor. Kısa süren sloganlardan sonra resmi tören de bitiyor. 

Törenden sonra katılan birçok okulun öğrencileri hazırladıkları konuşmaları  sundular. Türkiye’deki törenlerden tek farkı, Yunan polislerinin aldıkları önlemlerle birlikte garip bakışları.
Ve de azınlık olmanın verdiği his… Lütfedilen anma töreni…


Gözbebeği Selanik’ten ayrılırken, çok istemesine rağmen, Yunanlılara geçtikten sonra Selanik’i bir daha hiç göremediği için, sevdiği Selanik türküleri eşliğinde, Atatürk’ü bir kez daha andım…