25 Mart 2013 Pazartesi

Yazı Tura


Yönetmen: Uğur Yücel
Senaryo: Uğur Yücel, 2004, dram, psikolojik
Oyuncular: Kenan İmirzalıoğlu (Hayalet Cevher) , Olgun Şimşek (Şeytan Rıdvan) , Bahri
Beyat (Cemil) , Engin Günaydın (Sencer) , Teoman Kumbaracıbaşı (Teo) , Erkan Can (Firuz),
Settar Tanrıöğen (Zeyyat) , Mizgin Kapazan (Şefika) , Levent Can (Hamit)

Güneydoğu’da, cephede, omuz omuza çatışmaya giren, farklı hayatları olan ama
askerliğin bıraktığı aynı izleri taşıyan iki gencin hikayelerinin anlatıldığı Yazı Tura, dram ve
psikolojik unsurları içeren bir film.
Şeytan Rıdvan’ın futbola olan aşkı girdiği çatışmadan sonra, mayına basıp sağ
bacağını kaybetmesiyle zorunlu sona erer. Rıdvan karakterini oynayan Olgun Şimşek,
psikolojisi bozulmuş bir gaziyi oynamıyor adeta yaşıyor ve izleyeni gerçekmişçesine
hüzünlendiriyor. Bu unsur, filme inandırıcılık katıyor. Ayrıca Rıdvan’ın annesinin,
arkadaşlarıyla olan konuşmalarının hatta vurguları ve mimiklerinin, günlük yaşantımızda
karşılaştığımız küçük hareketlerle birebir örtüşmesi, karakterlerin gerçek hayatta varolduğunu
düşündürüyor.
Rıdvan’ın sözlüsünün en yakın arkadaşıyla kaçması, bu durumun filmlerde çok fazla
kullanılmasından dolayı izleyeni çok fazla şaşırtmıyor. Aslında, zaten Yazı Tura’daki amaç
izleyiciyi şaşırtmak değil, karakterlerin mağduriyetini anlatmak olduğu için olumsuz bir bakış
açısıyla yorumlanmıyor. Şeytan Rıdvan’ın intihar sahnesinde, annesinin onu korkuyla araması
sahneye heyecan katmış.
Hayalet Cevher, askerliği bittikten sonra çiçekçi dükkanı açmak isteyen, agresif,
Rıdvan gibi askerliğinden sonra psikolojisi bozulmuş, duyma yetisini kaybetmiş, kokoin
kullanan bir adam. Cevher karakterini canlandıran Kenan İmirzalıoğlu, oynadığı Kabadayı
filminde de kokoin kullanan bir adamı canlandırmıştı. İmirzalıoğlu, kokoini o kadar gerçekçi
kullanıyor ki gerçek hayatında da kullanıyormuş imajını veriyor.
 Cevher’in babasının ve amcasının depremde enkaz altında kaldıkları sahnede ezan
sesinin kullanılması ölümü hatırlatsa da o sahne konudan uzaklaşmamak için kısa tutulmuş.
Filmin sonunda diğer filmlerde olduğu gibi, iki ana karakterin yollarının kesişmemesi
tam tersi, geçirdikleri kötü deneyim sonucunda, ikisinin de ayrı ayrı bedel ödemesi
filmi klişeden uzaklaştırmış.
Herhangi bir mesaj verme amacını taşımayan, ikisinin de psikolojisi bozulmuş, ikisi de
fiziksel zarara uğramış ama çok farklı hayatları anlatan Yazı Tura, izlenirken sanki iki ayrı
film izleniyormuş hissi veriyor.

19 Aralık 2012 Çarşamba

KALKÜTA’NIN ÇOCUKLARI


   Kalküta’nın Çocukları belgeseli izleyenleri büyük ölçüde etkiliyor. İnsanın, o
çocukların durumunu görünce içi acıyor ama bir yandan da durumlarının farkında
olmalarına rağmen bu bitmeyen  neşeleri şaşırtıyor ve umut veriyor.
   Küçük kızın, ilk fotoğraf çekme denemesinde  fotoğrafını çektiği kişinin onu
azarlaması sonucu söylediği sözler, bu yaşında ne kadar olgun olduğunu gösteriyor:
“ Bugün birinin fotoğrafını çektim ve o beni azarladı. Ama umursamadım. Bence iyi bir
şeyler yapabilmek için burnunuz biraz sürtünmek zorunda.”
Çalıştığı yerde azar işitip, ona işe yaramaz dense de, bu küçücük yaşında her şeye göğüs
geriyor ve şu sözleri söyleyerek sizi şaşırtıyor:
“Doğrusu zengin olmayı hiç düşünmedim. Çünkü fakir de olsam mutlu olabilirim diye
düşünen bir insanım ben. Bana sorarsanız insan, hayatı acısıyla tatlısıyla kabul etmek
zorundadır, bu çok önemlidir.”
   Çocuklara, “herkes aynı fikirde olmak zorunda değildir, olumlu ya da olumsuz
fikirlerinizi açıkça dile getirmelisiniz.” denilmesi, onların, özgüven sahibi olmalarını
sağlamıştır diye düşünüyorum. Zaten bu, çocukların değişen konuşma tarzlarından da anlaşılıyor.
   Bir başka küçük kızın diğerleri gibi “kötü yola düşme” korkusu insanı üzüyor.Onun konuşmaları, çevrenin çocuklar için ne denli önemli olduğunu gösteriyor. Ama bir yandan da, kendisi için neyin iyi neyin kötü olduğunu bilmesi, onun adına gurur vericidir.
   Çocukların bazıları ileride bakıp hatırlayacakları için, bazıları da şehirlerinde yaşayan
insanların halini anlatabildiği için fotoğraf çekmeyi çok seviyorlar. Kalküta’nın çocukları
şehirlerindeki insanları hem önemsiyorlar hem de onlardan uzaktan durmaya çalışıyorlar.
Ellerinden gelse onlara yardım edecekler ama bir yandan da onlar gibi olmak, istedikleri en
son şey. Yani, sokaklarda sefalet içinde yaşayıp, fahişelik yapan insanlar gibi…

 



3 Aralık 2012 Pazartesi

Sabancı Ailesi’ne Layık Bir Doğa Harikası: Monet’in Bahçesi


  Sabancı Ailesi’ne Layık Bir Doğa Harikası: Monet’in Bahçesi

 



Sakıp Sabancı Müzesi’nden içeriye girdiğimde, yemyeşil çimenlerle dolu bir ortam gördüm. Yukarıya doğru yürüdüm ve fotoğrafta gördüğünüz muhteşem manzarayla karşılaştığımda, orada dakikalarca kaldım. Daha sonra binaya girdim ve geziye başladım.
            1.Sakıp Sabancı Aile Odaları,Kitap Sanatları ve Hat Koleksiyonu

Sakıp Sabancı Kitap Sanatları ve Hat Koleksiyonu’na girdiğinizde, giriş katında sizi aile odaları karşılıyor. Aile odalarının ilk kısmında, Sakıp Sabancı’nın hayatını ve ailesini anlatan yazılar, soy ağaçları, Sakıp Sabancı’nın ailesiyle çektirdiği fotoğraflar, ödüller, hatta not tuttuğu ajandalar, kalemler ve özel eşyalar buluyor. Küçük bir bölüm olmasına rağmen burada dakikalarca kalabilirsiniz. Çünkü, eğer buraya benim gibi Sakıp Sabancı’yı çok fazla tanımadan ve önyargısız bir şekilde geldiyseniz, onun, ailesine ne kadar düşkün olduğunu, onlara tek tek ne kadar çok değer verdiğini görecek ve etkileneceksiniz.
            İleriye doğru yürüdüğünüzde  Sabancı’nın aile ve iş hayatıyla ilgili özel eşyaları ve
            mobilyaları sizi karşılıyor. Bu bölüme girmeden önce kimliğinizi bırakıp aldığınız Ipad’ leri
            her bir koleksiyonun önündeki tabletlere doğrulttuğunuzda , Ipad’de gözünüzün önünde,
            Sakıp Sabancı’nın o mekanda çekilmiş fotoğrafları bürünüyor. Yukarıya çıktığınızda, değerli 
            hat sanatlarından etkilenmemeniz mümkün olmayacaktır. Her birini çektiğinizde hat
            sanatlarını göreceğiniz dolap tarzı yapılar gerçekten çok hoş dizayn edilmiş.

            2. Monet’in Sergisi
           Monet Sergisi’ne girdiğinizde nilüferlerle ve doğayla dolu çerçeveler görüyorsunuz.            Ressam resimlerini o kadar doğal, rahat, belli bir tekniğe bağlı kalıp anlatacağı duyguyu            kaybedenlerin aksine, çocukların resim yaparken dalıp gittiği hayalleri içinde barındırıp            yapmışki, bunun size yansımaması mümkün değil. Sergiyi dolaşırken, tam “ne
           kadar çok nilüfer var” diye düşünüyordumki, duvardaki Monet hakkında yazılan yazıyı
           gördüm: “Monet, doğayı ve şehrin karmaşasından uzak bozulmamış manzaraları seviyordu.”

Sergide, Monet’in Camille Doncieux’den olan çocukları Jean ve Michel’in portreleri de bulunuyor. Monet ikinci eşinden olan diğer 6 çocuğunun resimlerini ise yapmamış. Monet, öldüğünde mirası hayatta olan tek öz çocuğu Michel’e kalmış. Çocuğu olmayan Michel ise mirası, Paris’in 16. idari bölgesindeki Mamottan Müzesi’ne bırakmış. Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki bu sergi, Monet Koleksiyonu’nun neredeyse yarısını içeriyor. İleriye doğru yürüdüğümde Monet’in paletini, çalışma gözlüklerini, piposunu gördüm. Palete bakarken, buradan yaratılan resimleri düşündüm ve Monet’in neden bu kadar ünlü olduğunu düşünüp Vikipedi’den küçük bir araştırma yaptım:

           “1862'de Paris'te Charles Gleyre'in öğrencisiyken, üniversitedeki geleneksel resim anlayışı Monet'de hayal kırıklığı yarattı. Bu dönemde Pierre-Auguste Renoir, Frederic Bazille ve Alfred Sisley ile tanıştı. Birlikte resme yeni yaklaşımlarını paylaştılar, ışığın açık havada yarattığı etkiyi resme parçalanmış renkler ve seri fırça darbeleriyle aktardılar. Bu daha sonraları empresyonizm olarak adlandırıldı. Monet'nin tanınmasını sağlayan 1866 tarihli Camille ya da Yeşil elbiseli kadın (La Femme à la Robe Verte) adlı eseri, gelecekteki eşi Camille Doncieux'nun Monet tarafından yapılan pek çok resminden biriydi. Le Havre'dan bir manzarayı yansıtan İzlenim: Gün doğumu. (Impression, soleil levant) tablosunu yaptı. 1874'te ilk empresyonist sergide yer alan bu resim günümüzde Paris'te Musée Marmottan-Monet'dedir. 1873'te Paris yakınlarında ve Seine nehri kıyısında bir köy olan Argenteuil'e yerleşerek eşi Camille ile birlikte altı yıl yaşadı; en çok tanınan eserlerinden bazısını burada yaptı. 1874 yılında Manet, Degas, Renoir, Cezanne, Pissaro, Sisley ile beraber açtıkları sergi başarısız olunca ekonomik şartları iyice kötüledi. Ancak Manet'in yardımıyla Argueille'de kalmayı sürdürebiliyordu. Bu dönemde resimleri hayatının başka hiçbir döneminde olmadığı kadar koyulaştı, kasvetli bir hal aldı. Daha sonra Giverny'e yerleştiler. Monet, burada bir ev ve bahçe kiraladı. Geri kalan ömrünün büyük kısmını sonradan satın aldığı bu yerde yeşerttiği bahçeyi resmederek geçirdi. İlk önce Ot yığınları serisini yaptı. Farklı yönlerden ve günün farklı saatlerinde ot yığınlarını resmetti. Son olarak da bahçesinin resmettiği Zambaklar serisini hazırladı.”
           Sergide ilerlerken su ve kuş sesleri duydum. Monet’in resimlerini yaptığı gerçek görüntüleri 
           sesleriyle birlikte duvara yansıtmışlar. Bu ortam o kadar huzurluyduki orada dakikalarca 
           kaldım.

Sakıp Sabancı Müzesi, şimdiye kadar gittiğim en güzel yerlerden biri. İstanbul’un
            karışıklığının ortasında böyle bir mekanın varolması insana huzur veriyor.

 

3 Kasım 2012 Cumartesi

“ÇOCUKLARDAKİ, VAN DEPREMİNDE OLUŞAN TRAMVALARIN BİLİNCİYLE SERGİYİ AÇTIK”


3 şehirde aynı anda açılan ’13.41 Fotoğraflarla Van Depremi’ sergisi kurucularından olan Sinan Targay, sergi hakkında açıklama yaptı.
Van Depreminin birinci yıldönümü nedeniyle yapılan "13.41 Bi Wêneyan Erdheja Wanê (Fotoğraflarla Van Depremi)" sergisi, 23 Ekimde eş zamanlı olarak Van, Diyarbakır ve İstanbul ‘da açılmıştı. 40 fotoğrafçıdan 70 fotoğrafın yer aldığı serginin organizatörlerinden olan Sinan Targay serginin oluşma sürecini şöyle anlattı:
“23 Ekim ve 9 Kasım 2011 de gerçekleşen ve binlerce kişinin yaşamını yitirmesiyle sonuclanan Van Depremi sonrasında, özellikle cocuklar üzerinde olumsuz etkiler artmış ve kalıcı tranvalar oluşmuştur. Bunun bilinciyle bir araya gelen gönüllü arkadaşlarımızla birlikte 4 aylık bir calışma sonucunda Van Fotoğrafçı Çocuklar Atölyesini tamamladık ve sergisini açtık. Çocuklarla yaptıgımız atölyenin en güzel sonuclarından biri de Van Fotoğrafçılık Kulubu kurucuları ile geliştirdigimiz dostane ilişki oldu. Bu dostlugun sonucu olarak da Van Depreminin 1.yıl sergisini 3 kentte eş zamanlı açmak oldu.Van Fotoğrafçılık Kulübü tarafından yapılan çağrıya Türkiye genelinden 40'a yakın fotoğrafçı yolladıkları fotoğraflarla destek oldu.
Bu sergiyi 3 kente yapmanın amacının, öncelikle, depremlerde yaşamını yitirenleri anmak ve sonra, olası felaketlere karşı toplumsal bellek oluşturmak ve felaketleri hesaba katarak yaşamayı göstermek olduğunu belirten Targay, “Deprem öldürmez, rant için yapılan sağlıksız-kontrolsüz yapılar öldürür bilincini yaygınlaştırarak toplumun ve sorumluluğu bulunan kurumların duyarlılığını arttırmak istedigimiz için yaygınlaştırmak istedik. Yapılan calısma sonucunda karsılastıgımız ilgi ve alaka oldukca olumlu oldu.” dedi.
Fotoğraflarla Van Depremi sergisi Van’da Van Belediyesi ve Bostaniçi Belediyesi’nin; Diyarbakır’da Büyükşehir Belediyesi ve Sur Belediyesi’nin; İstanbul’da da Galata Fotoğrafhanesi ve Fotoğraf Vakfı’nın organizasyonu, Anadolu Kültür, Beyoğlu Belediyesi ve NarPhotos’un katkılarıyla gerçekleştiriliyor.

 

26 Ekim 2012 Cuma

BİLGİ'DE EYLEM VAR


Bilgi Üniversitesi’nin akademisyen ve personeli, Sosyal-İş Sendikası desteğiyle, kendilerine hak ihlali yapıldığı iddaasıyla Santral kampüsünün çimenlerinde eylem yapıyor.

İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin akademisyen ve personelleri, yönetim tarafından işten atılma ve kendilerine, hak kaybına uğrayacakları yeni bir sözleşme imzalatılmak istendiği gerekçeleriyle Santral kampüsünün çimenlerinde oturma eylemi yapıyor. Eylül ayından beri eylemlerini sürdüren işçilerin bugüne kadar yaptıkları faaliyetler; Karşılaştırmalı Edebiyat bölümü öğretim üyesi ve Taraf Gazetesi yazarı Murat Belge ve Prof. Dr. Büşra Ersanlı ile açık hava dersleri yaparak öğrencilere seslenmek, rektörlüğe bir yürüyüş düzenleyerek topladıkları imzaları teslim etmek ve basın açıklaması yapmak oldu.

İşçilere destek vermek için Eşitlik ve Demokrasi Partisi eylemdeydi. Sendika mücadelesinin çok önemli olduğunu vurgulayan parti üyeleri şunları ekledi: “Destek olunmazsa işten atılanların sayısı bu kadarla kalmayacak, artacak. Bu eylemi tek bir koldan yürütmenizi, gücü tek bir elde toplamanızı öneriyoruz. Bu sayede daha olumlu bir tepki almanız kaçınılmaz olacaktır”.

İşlerine her gün kovulacakları düşüncesiyle gittiklerini söyleyen öğretim üyeleri “ Bizden, tatilimizi 3 hafta indiren, ders saatimizi 13’den 15’e çıkaran, geçici hoca olarak kaydedildiğimiz bir sözleşme imzalamamız istendi. Ama bazılarımız imzalamadı. Bu yüzden işten kovulma korkusu yaşıyoruz. Bizler maillerimizin sansürlendiği büyük bir baskı ve korku olan bir yerde çalışıyoruz. Şuan iyiki buradayız ve iyiki burada birbirimizden güç topluyoruz.”  açıklamasını yaptılar.

Sosyal-İş üyesi ve dershane öğretmeni Duygu Semiz “Bizim giremediğimiz yerlerde sizler varsınız.” diyerek öğrencilere seslendi, destek olmalarını istedi ve ekledi: “ Uzun süredir temizlik personelinin, öğretim görevlilerinin ve tüm çalışanların örgütlenmesi için uğraşıyoruz ve biz, burada bir ilki gerçekleştiriyoruz. Bu aynı zamanda öğrencilerin de katılması gereken, bu şekilde güçleneceğimiz bir süreç. Bizler korkmadan devam edeceğiz, herkesden destek bekliyoruz. Sadece 5 günde 700 öğrenci imza attı. Bu durum, öğrencilerin ne kadar çok destek verdiğini gösteriyor. Bunun devamını bekliyoruz.”

Sosyal-İş Genel Sekreteri Celal Uyar da oradaydı. Uyar, çalışma bakanlığına isyan etti. Bakanlığın müracaatlarını 10 aydır beklettiğini ve sendika oluşturabilmek için gerekli olan haklarının verilmediğini söyleyen Uyar, öğrencilere, “Siz de bir çoğumuz gibi bu sistemin bir parçası olacak ve işçileştirileceksiniz.” diyerek seslendi ve ekledi: “Büyük olasılıkla hepimiz için olumsuz getiriler oluşturacak olan yeni yasalar çıkarılacak. Okulda sizleri müşteri olarak görüyorlar. İş yerini rahatsız etmenın yolları müşterilerden geçer. Sizin desteklerinizi bekliyorum ve emeklerinizi talep ediyorum. Hedefimiz toplu sözleşme yapmak. Ancak örgütlenmeyle bir şeyler yapabiliriz. Tabii bunu sendika desteğiyle yapıyoruz, aksi halde yasalar buna, sendikasız izin vermiyor."
İmzalatılmak istenen yeni sözleşmeyle yıllık izin sürelerinin ve ücretlerinin düşürüleceğini, güvencesiz çalışacaklarını, akademik özgürlüğün sınırlandırılacağını ve iş yüklerinin artacağını iddaa eden ve İş Yasası’nın 22. Maddesine göre bu duruma karşı çıkma haklarının olduğunu söyleyen işçilerin iddaalarına, Bilgi Üniversitesi Genel Sekreter yardımcısı Elka Demir Özkan şöyle cevap verdi: “ Bilgi Üniversitesi olarak fiziksel bir küçülme yaşıyoruz. Bundan dolayı bazı arkadaşlar gönüllü olarak bazı arkadaşlar da küçülmenin getirdiği süreçle ayrıldılar. İdari personel için söylüyorum ki, haklarının düşürüldüğü böyle bir sözleşmenin varlığı doğru değil, böyle bir şey yapmak mümkün de değil. Zaten artık herşeye ulaşmak çok kolay. Eğer böyle bir durum olsaydı ilgili yerler tarafından ulaşılıp müdahale edilirdi. Ben 15 yıldır burada çalışıyorum benim bile herhangi bir sözleşmem yok. Bizim herhangi bir sözleşme imzalatmak gibi bir çabamız yok”.

Oturma eylemlerine halen devam eden ve sonuna kadar direneceklerini belirten işçiler, açık hava derslerinin devamını getirmeyi planlıyorlar.

21 Ekim 2012 Pazar

Osmanlı Temalı Yerli Filmler


                  Eve Giden Yol

Oyuncular: Erdal Beşikçioğlu, Melisa Sözen, Emre Altuğ, İrem Altuğ, Metin Akpınar, Ali Sürmeli, Ege Aydan, Aykut Oray, Ümit Çırak, Numan Acar, Hilmi Özçelik, Onur Gürsoy, Sadık GürbüzYönetmen: Semir AslanyürekSenaryo: Semir Aslanyürek, 2006, Dram.
Filmin hikayesi Osmanlı’nın 1. Dünya Savaşı’na girdiği dönemde Anadolu’nun güneyinde ve bugünkü Suriye topraklarında geçiyor. Köyün ağasının kızı Safiye ve yetim Mahmut birbirlerine aşıklar. Gençler bir gün, köyden birine yakalanırlar. Bu durum Safiye’nin babasının kulağına gider. Mahmut ve kızını birbirlerinden uzaklaştırmak için haince bir plan yapar. Ağa, köy civarında tecavüze uğrayan kızların öldürülmesine karar verir ve bunu yapacak gençler kurayla belirlenir. Bu kurada hile yaparak Mahmut’un ‘kan gölü’ ne, kızları öldürmek için gitmesini sağlar. Ancak Mahmut bunu yapamaz ve kaçar. Hikayemiz burdan sonra başlar.
Film Suriye civarında geçmesine rağmen, bazı sahnelerde Ege yöresinden zeybek oynanması şaşırtıcı bir unsur. Türü dram olan filmde, müzikler, sahnelere göre uyumlu bir şekilde değişiklik gösteriyor ve kısa sürüyor. Özellikle asker çatışmalarının bir hayli inandırıcı olduğu ‘Eve Giden Yol’ da, bir o kadar az komik unsurlara yer verilmiş ve bu unsurlar tadında bırakılmış. Rastlantıların önemi, özellikle Safiye’nin kaçırıldığı sahnede üst seviyede. Bazı sahnelerde küçük unsurların gizli kalması merak uyandırıyor.

         İstanbul Kanatlarımın Altında

Oyuncular: Ege Aydan, Okan Bayülgen, Haluk Bilginer, Savaş Ay, Burak Sergen, Zuhal Olcay, Beatriz Rico
Yönetmen: Mustafa Altıoklar
Senaryo: Mustafa Altıoklar, 1996, Fantastik, Dram, Duygusal, Macera.

Film 4. Murat döneminde Hezarfen Ahmet Çelebi’nin uçma sevdasını konu alıyor. Filmin başında çoğu olayın padişahın dışında gerçekleşmesi, bir saray çalışanının padişaha saldırması ve kimsenin bunu umursamaması sahnenin gerçeklik açısından inandırıcılığını kaybettiriyor. Murat’ın İstanbul’da düzeni tekrar sağlamaya çalışmaları, 4 arkadaş olan karakterlerimizle
( Hazerfen Ahmet Çelebi, Lagari Çelebi, Bekri Mustafa ve Evliya Çelebi) beraber içki içmesi, aynı yerlere gitmesi, onlarla kendisini tanıtmadan beraber olması sonucunu doğuruyor. Murat, Ahmet ve Hasan’ın uçma isteklerini, bu amaçları için kuş vücuduyla insan vücudunu karşılaştırmak amacıyla bir ölünün vücudunu kesmelerine şahit oluyor ve onları yargılıyor. Filmde Okan Bayülgenin (Hasan) uçmak hakkındaki düşüncelerini, padişahı ikna etmeye çalışmasını içeren sahnede başarılı performansını görüyoruz. Hasan’ın bu konuşmaları padişahı ikna ediyor ve uçmayı gerçekleştirmelerine izin veriyor. Senaryo bu şekilde ilerliyor.
Filmde zaman zaman, hikayenin akışında komik unsurlar barındırılıyor ve tekrar hikayeye dönülüyor. ‘İstanbul Kanatlarımın Altında’ ki müzik hikayeye masalsı bir sunuş katıyor. Filmin sonunda Ahmet Çelebi’nin yoğun baskıya rağmen (Murat’ın olumlu düşüncesinden vazgeçmesi) Galata Kulesi’nden atlayıp uçması seyirciyi filme daha da bağlıyor. Eğer gerçek bir sinema severseniz ‘İstanbul Kanatlarımın Altında’ ki , Türk sinemasının dönüşümünü görmenizi tavsiye ederim. Film, Siyad  1995-96 Sinema Ödülünü ve En İyi Görüntü Yönetmeni Ödülünü Uğur İçbak aldı. Geçmiş günlerde Show Tv’nin İstanbul Kanatlarımın Altında’yı dizi yapmak için bir proje hazırlığında olduğu gündeme gelmişti.