19 Nisan 2013 Cuma
25 Mart 2013 Pazartesi
Yazı Tura
Yönetmen: Uğur Yücel
Senaryo: Uğur Yücel, 2004, dram, psikolojik
Oyuncular: Kenan İmirzalıoğlu (Hayalet Cevher) ,
Olgun Şimşek (Şeytan Rıdvan) , Bahri
Beyat (Cemil) , Engin Günaydın (Sencer) , Teoman
Kumbaracıbaşı (Teo) , Erkan Can (Firuz),
Settar Tanrıöğen (Zeyyat) , Mizgin Kapazan (Şefika)
, Levent Can (Hamit)
Güneydoğu’da, cephede,
omuz omuza çatışmaya giren, farklı hayatları olan ama
askerliğin bıraktığı aynı izleri taşıyan iki gencin
hikayelerinin anlatıldığı Yazı Tura, dram ve
psikolojik unsurları içeren bir film.
Şeytan Rıdvan’ın
futbola olan aşkı girdiği çatışmadan sonra, mayına basıp sağ
bacağını kaybetmesiyle zorunlu sona erer. Rıdvan
karakterini oynayan Olgun Şimşek,
psikolojisi bozulmuş bir gaziyi oynamıyor adeta
yaşıyor ve izleyeni gerçekmişçesine
hüzünlendiriyor. Bu unsur, filme inandırıcılık
katıyor. Ayrıca Rıdvan’ın annesinin,
arkadaşlarıyla olan konuşmalarının hatta vurguları
ve mimiklerinin, günlük yaşantımızda
karşılaştığımız küçük hareketlerle birebir
örtüşmesi, karakterlerin gerçek hayatta varolduğunu
düşündürüyor.
Rıdvan’ın sözlüsünün en
yakın arkadaşıyla kaçması, bu durumun filmlerde çok fazla
kullanılmasından dolayı izleyeni çok fazla
şaşırtmıyor. Aslında, zaten Yazı Tura’daki amaç
izleyiciyi şaşırtmak değil, karakterlerin
mağduriyetini anlatmak olduğu için olumsuz bir bakış
açısıyla yorumlanmıyor. Şeytan Rıdvan’ın intihar
sahnesinde, annesinin onu korkuyla araması
sahneye heyecan katmış.
Hayalet Cevher,
askerliği bittikten sonra çiçekçi dükkanı açmak isteyen, agresif,
Rıdvan gibi askerliğinden sonra psikolojisi
bozulmuş, duyma yetisini kaybetmiş, kokoin
kullanan bir adam. Cevher karakterini canlandıran
Kenan İmirzalıoğlu, oynadığı Kabadayı
filminde de kokoin kullanan bir adamı
canlandırmıştı. İmirzalıoğlu, kokoini o kadar gerçekçi
kullanıyor ki gerçek hayatında da kullanıyormuş
imajını veriyor.
Cevher’in babasının ve
amcasının depremde enkaz altında kaldıkları sahnede ezan
sesinin kullanılması ölümü hatırlatsa da o sahne
konudan uzaklaşmamak için kısa tutulmuş.
Filmin sonunda diğer filmlerde
olduğu gibi, iki ana karakterin yollarının kesişmemesi
tam tersi, geçirdikleri kötü deneyim sonucunda,
ikisinin de ayrı ayrı bedel ödemesi
filmi klişeden uzaklaştırmış.
Herhangi bir mesaj
verme amacını taşımayan, ikisinin de psikolojisi bozulmuş, ikisi de
fiziksel zarara uğramış ama çok farklı hayatları
anlatan Yazı Tura, izlenirken sanki iki ayrı
film izleniyormuş hissi veriyor.
19 Aralık 2012 Çarşamba
KALKÜTA’NIN ÇOCUKLARI
Kalküta’nın Çocukları belgeseli izleyenleri büyük ölçüde etkiliyor. İnsanın, o
çocukların durumunu görünce içi acıyor ama bir yandan da durumlarının farkında
olmalarına rağmen bu bitmeyen neşeleri şaşırtıyor ve umut veriyor.
Küçük kızın, ilk fotoğraf çekme denemesinde fotoğrafını çektiği kişinin onu
azarlaması sonucu söylediği sözler, bu yaşında ne kadar olgun olduğunu gösteriyor:
“ Bugün birinin fotoğrafını çektim ve o beni azarladı. Ama umursamadım. Bence iyi bir
şeyler yapabilmek için burnunuz biraz sürtünmek zorunda.”
Çalıştığı yerde azar işitip, ona işe yaramaz dense de, bu küçücük yaşında her şeye göğüs
geriyor ve şu sözleri söyleyerek sizi şaşırtıyor:
“Doğrusu zengin olmayı hiç düşünmedim. Çünkü fakir de olsam mutlu olabilirim diye
düşünen bir insanım ben. Bana sorarsanız insan, hayatı acısıyla tatlısıyla kabul etmek
zorundadır, bu çok önemlidir.”
Çocuklara, “herkes aynı fikirde olmak zorunda değildir, olumlu ya da olumsuz
fikirlerinizi açıkça dile getirmelisiniz.” denilmesi, onların, özgüven sahibi olmalarını
sağlamıştır diye düşünüyorum. Zaten bu, çocukların değişen konuşma tarzlarından da anlaşılıyor.
Bir başka küçük kızın diğerleri gibi “kötü yola düşme” korkusu insanı üzüyor.Onun konuşmaları, çevrenin çocuklar için ne denli önemli olduğunu gösteriyor. Ama bir yandan da, kendisi için neyin iyi neyin kötü olduğunu bilmesi, onun adına gurur vericidir.
Çocukların bazıları ileride bakıp hatırlayacakları için, bazıları da şehirlerinde yaşayan
insanların halini anlatabildiği için fotoğraf çekmeyi çok seviyorlar. Kalküta’nın çocukları
şehirlerindeki insanları hem önemsiyorlar hem de onlardan uzaktan durmaya çalışıyorlar.
Ellerinden gelse onlara yardım edecekler ama bir yandan da onlar gibi olmak, istedikleri en
son şey. Yani, sokaklarda sefalet içinde yaşayıp, fahişelik yapan insanlar gibi…
3 Aralık 2012 Pazartesi
Sabancı Ailesi’ne Layık Bir Doğa Harikası: Monet’in Bahçesi
Sabancı Ailesi’ne Layık
Bir Doğa Harikası: Monet’in Bahçesi
Sakıp
Sabancı Müzesi’nden içeriye girdiğimde, yemyeşil çimenlerle dolu bir ortam gördüm.
Yukarıya doğru yürüdüm ve fotoğrafta gördüğünüz muhteşem manzarayla karşılaştığımda,
orada dakikalarca kaldım. Daha sonra binaya girdim ve geziye başladım.
Sakıp
Sabancı Kitap Sanatları ve Hat Koleksiyonu’na girdiğinizde, giriş katında sizi aile
odaları karşılıyor. Aile odalarının ilk kısmında, Sakıp Sabancı’nın hayatını ve
ailesini
anlatan yazılar, soy ağaçları, Sakıp Sabancı’nın ailesiyle çektirdiği
fotoğraflar, ödüller,
hatta not tuttuğu ajandalar, kalemler ve özel eşyalar buluyor. Küçük bir bölüm olmasına
rağmen burada dakikalarca kalabilirsiniz. Çünkü, eğer buraya benim gibi Sakıp Sabancı’yı
çok fazla tanımadan ve önyargısız bir şekilde geldiyseniz, onun, ailesine ne
kadar düşkün
olduğunu, onlara tek tek ne kadar çok değer verdiğini görecek ve
etkileneceksiniz.
İleriye
doğru yürüdüğünüzde Sabancı’nın aile ve
iş hayatıyla ilgili özel eşyaları ve mobilyaları sizi karşılıyor. Bu bölüme girmeden önce kimliğinizi bırakıp aldığınız Ipad’ leri
her bir koleksiyonun önündeki tabletlere doğrulttuğunuzda , Ipad’de gözünüzün önünde,
Sakıp Sabancı’nın o mekanda çekilmiş fotoğrafları bürünüyor. Yukarıya çıktığınızda, değerli
hat sanatlarından etkilenmemeniz mümkün olmayacaktır. Her birini çektiğinizde hat
sanatlarını göreceğiniz dolap tarzı yapılar gerçekten çok hoş dizayn edilmiş.
2. Monet’in Sergisi
Monet
Sergisi’ne girdiğinizde nilüferlerle ve doğayla dolu çerçeveler görüyorsunuz.
Ressam resimlerini o kadar doğal, rahat, belli bir tekniğe bağlı kalıp
anlatacağı duyguyu
kaybedenlerin aksine, çocukların resim yaparken dalıp gittiği hayalleri içinde barındırıp
yapmışki, bunun size yansımaması mümkün değil. Sergiyi dolaşırken, tam “ne kadar çok nilüfer var” diye düşünüyordumki, duvardaki Monet hakkında yazılan yazıyı
gördüm: “Monet, doğayı ve şehrin karmaşasından uzak bozulmamış manzaraları seviyordu.”
Sergide,
Monet’in Camille Doncieux’den olan çocukları Jean ve Michel’in portreleri de
bulunuyor. Monet ikinci eşinden olan diğer 6 çocuğunun resimlerini ise
yapmamış. Monet,
öldüğünde mirası hayatta olan tek öz çocuğu Michel’e kalmış. Çocuğu olmayan Michel
ise mirası, Paris’in 16. idari bölgesindeki Mamottan Müzesi’ne bırakmış. Sakıp Sabancı
Müzesi’ndeki bu sergi, Monet Koleksiyonu’nun neredeyse yarısını içeriyor. İleriye
doğru yürüdüğümde Monet’in paletini, çalışma gözlüklerini, piposunu gördüm. Palete
bakarken, buradan yaratılan resimleri düşündüm ve Monet’in neden bu kadar ünlü olduğunu
düşünüp Vikipedi’den küçük bir araştırma yaptım:
“1862'de
Paris'te
Charles Gleyre'in
öğrencisiyken, üniversitedeki geleneksel resim anlayışı Monet'de
hayal kırıklığı yarattı. Bu dönemde Pierre-Auguste Renoir,
Frederic Bazille
ve Alfred
Sisley ile tanıştı. Birlikte resme yeni yaklaşımlarını
paylaştılar, ışığın açık havada yarattığı
etkiyi resme parçalanmış renkler ve seri fırça darbeleriyle aktardılar. Bu
daha sonraları empresyonizm olarak adlandırıldı. Monet'nin
tanınmasını sağlayan 1866 tarihli
Camille ya da Yeşil elbiseli kadın (La Femme à la Robe Verte)
adlı eseri, gelecekteki eşi
Camille Doncieux'nun
Monet tarafından yapılan pek çok resminden biriydi. Le
Havre'dan bir
manzarayı yansıtan İzlenim: Gün doğumu. (Impression, soleil
levant) tablosunu yaptı. 1874'te
ilk empresyonist sergide yer alan bu resim günümüzde Paris'te
Musée Marmottan-Monet'dedir. 1873'te
Paris
yakınlarında ve Seine
nehri kıyısında bir köy olan Argenteuil'e
yerleşerek eşi Camille ile birlikte altı yıl yaşadı; en çok
tanınan eserlerinden bazısını burada yaptı. 1874 yılında Manet,
Degas,
Renoir, Cezanne, Pissaro, Sisley ile beraber
açtıkları sergi başarısız olunca ekonomik şartları iyice kötüledi.
Ancak Manet'in yardımıyla Argueille'de kalmayı sürdürebiliyordu. Bu dönemde resimleri
hayatının başka hiçbir döneminde olmadığı kadar koyulaştı, kasvetli bir hal aldı. Daha sonra
Giverny'e yerleştiler. Monet, burada bir ev ve bahçe kiraladı. Geri kalan ömrünün büyük kısmını
sonradan satın aldığı bu yerde yeşerttiği bahçeyi resmederek geçirdi. İlk önce Ot
yığınları serisini yaptı. Farklı yönlerden ve günün farklı saatlerinde ot yığınlarını resmetti. Son
olarak da bahçesinin resmettiği Zambaklar serisini hazırladı.”
Sergide ilerlerken su ve kuş
sesleri duydum. Monet’in resimlerini yaptığı gerçek görüntüleri sesleriyle birlikte duvara yansıtmışlar. Bu ortam o kadar huzurluyduki orada dakikalarca
kaldım.
Sakıp Sabancı Müzesi, şimdiye
kadar gittiğim en güzel yerlerden biri. İstanbul’un
karışıklığının ortasında böyle bir mekanın
varolması insana huzur veriyor.3 Kasım 2012 Cumartesi
“ÇOCUKLARDAKİ, VAN DEPREMİNDE OLUŞAN TRAMVALARIN BİLİNCİYLE SERGİYİ AÇTIK”
3 şehirde aynı anda açılan ’13.41 Fotoğraflarla Van Depremi’ sergisi kurucularından olan Sinan Targay, sergi hakkında açıklama yaptı.
Van Depreminin birinci
yıldönümü nedeniyle yapılan "13.41 Bi Wêneyan Erdheja Wanê (Fotoğraflarla Van
Depremi)" sergisi, 23 Ekimde eş zamanlı olarak Van, Diyarbakır ve İstanbul
‘da açılmıştı. 40 fotoğrafçıdan 70 fotoğrafın yer aldığı serginin
organizatörlerinden olan Sinan Targay serginin oluşma sürecini şöyle anlattı:
“23 Ekim ve 9 Kasım 2011 de
gerçekleşen ve binlerce kişinin yaşamını yitirmesiyle sonuclanan Van Depremi
sonrasında, özellikle cocuklar üzerinde olumsuz etkiler artmış ve kalıcı
tranvalar oluşmuştur. Bunun bilinciyle bir araya gelen gönüllü arkadaşlarımızla
birlikte 4 aylık bir calışma sonucunda Van Fotoğrafçı Çocuklar Atölyesini
tamamladık ve sergisini açtık. Çocuklarla yaptıgımız atölyenin en güzel sonuclarından
biri de Van Fotoğrafçılık Kulubu kurucuları ile geliştirdigimiz dostane ilişki
oldu. Bu dostlugun sonucu olarak da Van Depreminin 1.yıl sergisini 3 kentte eş
zamanlı açmak oldu.Van Fotoğrafçılık Kulübü tarafından yapılan çağrıya Türkiye
genelinden 40'a yakın fotoğrafçı yolladıkları fotoğraflarla destek oldu.
Bu sergiyi 3 kente yapmanın amacının,
öncelikle, depremlerde yaşamını yitirenleri anmak ve sonra, olası felaketlere
karşı toplumsal bellek oluşturmak ve felaketleri hesaba katarak yaşamayı
göstermek olduğunu belirten Targay, “Deprem öldürmez, rant için yapılan
sağlıksız-kontrolsüz yapılar öldürür bilincini yaygınlaştırarak toplumun ve
sorumluluğu bulunan kurumların duyarlılığını arttırmak istedigimiz için
yaygınlaştırmak istedik. Yapılan calısma sonucunda karsılastıgımız ilgi ve
alaka oldukca olumlu oldu.” dedi.
Fotoğraflarla
Van Depremi sergisi Van’da Van Belediyesi ve Bostaniçi Belediyesi’nin;
Diyarbakır’da Büyükşehir Belediyesi ve Sur Belediyesi’nin; İstanbul’da da
Galata Fotoğrafhanesi ve Fotoğraf Vakfı’nın organizasyonu, Anadolu Kültür,
Beyoğlu Belediyesi ve NarPhotos’un katkılarıyla gerçekleştiriliyor. 26 Ekim 2012 Cuma
BİLGİ'DE EYLEM VAR
Bilgi Üniversitesi’nin akademisyen ve personeli, Sosyal-İş Sendikası desteğiyle, kendilerine hak ihlali yapıldığı iddaasıyla Santral kampüsünün çimenlerinde eylem yapıyor.
İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin akademisyen ve
personelleri, yönetim tarafından işten atılma ve kendilerine, hak kaybına
uğrayacakları yeni bir sözleşme imzalatılmak istendiği gerekçeleriyle Santral
kampüsünün çimenlerinde oturma eylemi yapıyor. Eylül ayından beri eylemlerini
sürdüren işçilerin bugüne kadar yaptıkları faaliyetler; Karşılaştırmalı Edebiyat
bölümü öğretim üyesi ve Taraf Gazetesi yazarı Murat Belge ve Prof. Dr. Büşra
Ersanlı ile açık hava dersleri yaparak öğrencilere seslenmek, rektörlüğe bir yürüyüş
düzenleyerek topladıkları imzaları teslim etmek ve basın açıklaması yapmak
oldu.
İşçilere destek vermek için Eşitlik ve Demokrasi
Partisi eylemdeydi. Sendika mücadelesinin çok önemli olduğunu vurgulayan parti
üyeleri şunları ekledi: “Destek olunmazsa işten atılanların sayısı bu kadarla
kalmayacak, artacak. Bu eylemi tek bir koldan yürütmenizi, gücü tek bir elde toplamanızı
öneriyoruz. Bu sayede daha olumlu bir tepki almanız kaçınılmaz olacaktır”.
İşlerine her gün kovulacakları düşüncesiyle
gittiklerini söyleyen öğretim üyeleri “ Bizden, tatilimizi 3 hafta indiren,
ders saatimizi 13’den 15’e çıkaran, geçici hoca olarak kaydedildiğimiz bir
sözleşme imzalamamız istendi. Ama bazılarımız imzalamadı. Bu yüzden işten
kovulma korkusu yaşıyoruz. Bizler maillerimizin sansürlendiği büyük bir baskı
ve korku olan bir yerde çalışıyoruz. Şuan iyiki buradayız ve iyiki burada
birbirimizden güç topluyoruz.”
açıklamasını yaptılar.
Sosyal-İş üyesi ve dershane öğretmeni Duygu Semiz
“Bizim giremediğimiz yerlerde sizler varsınız.” diyerek öğrencilere seslendi,
destek olmalarını istedi ve ekledi: “ Uzun süredir temizlik personelinin,
öğretim görevlilerinin ve tüm çalışanların örgütlenmesi için uğraşıyoruz ve
biz, burada bir ilki gerçekleştiriyoruz. Bu aynı zamanda öğrencilerin de
katılması gereken, bu şekilde güçleneceğimiz bir süreç. Bizler korkmadan devam
edeceğiz, herkesden destek bekliyoruz. Sadece 5 günde 700 öğrenci imza attı. Bu
durum, öğrencilerin ne kadar çok destek verdiğini gösteriyor. Bunun devamını
bekliyoruz.”
Sosyal-İş Genel Sekreteri Celal Uyar da oradaydı.
Uyar, çalışma bakanlığına isyan etti. Bakanlığın müracaatlarını 10 aydır
beklettiğini ve sendika oluşturabilmek için gerekli olan haklarının
verilmediğini söyleyen Uyar, öğrencilere, “Siz de bir çoğumuz gibi bu sistemin
bir parçası olacak ve işçileştirileceksiniz.” diyerek seslendi ve ekledi:
“Büyük olasılıkla hepimiz için olumsuz getiriler oluşturacak olan yeni yasalar
çıkarılacak. Okulda sizleri müşteri olarak görüyorlar. İş yerini rahatsız
etmenın yolları müşterilerden geçer. Sizin desteklerinizi bekliyorum ve emeklerinizi
talep ediyorum. Hedefimiz toplu sözleşme yapmak. Ancak örgütlenmeyle bir şeyler
yapabiliriz. Tabii bunu sendika desteğiyle yapıyoruz, aksi halde yasalar buna,
sendikasız izin vermiyor."
İmzalatılmak istenen yeni sözleşmeyle yıllık izin
sürelerinin ve ücretlerinin düşürüleceğini, güvencesiz çalışacaklarını, akademik
özgürlüğün sınırlandırılacağını ve iş yüklerinin artacağını iddaa eden ve İş
Yasası’nın 22. Maddesine göre bu duruma karşı çıkma haklarının olduğunu
söyleyen işçilerin iddaalarına, Bilgi Üniversitesi Genel Sekreter yardımcısı
Elka Demir Özkan şöyle cevap verdi: “ Bilgi Üniversitesi olarak fiziksel bir
küçülme yaşıyoruz. Bundan dolayı bazı arkadaşlar gönüllü olarak bazı arkadaşlar
da küçülmenin getirdiği süreçle ayrıldılar. İdari personel için söylüyorum ki,
haklarının düşürüldüğü böyle bir sözleşmenin varlığı doğru değil, böyle bir şey
yapmak mümkün de değil. Zaten artık herşeye ulaşmak çok kolay. Eğer böyle bir
durum olsaydı ilgili yerler tarafından ulaşılıp müdahale edilirdi. Ben 15 yıldır
burada çalışıyorum benim bile herhangi bir sözleşmem yok. Bizim herhangi bir
sözleşme imzalatmak gibi bir çabamız yok”.
Oturma eylemlerine halen devam eden ve sonuna kadar
direneceklerini belirten işçiler, açık hava derslerinin devamını getirmeyi planlıyorlar.
21 Ekim 2012 Pazar
Osmanlı Temalı Yerli Filmler
Eve Giden Yol
Oyuncular:
Erdal
Beşikçioğlu, Melisa Sözen, Emre Altuğ, İrem Altuğ, Metin Akpınar, Ali Sürmeli,
Ege Aydan, Aykut Oray, Ümit Çırak, Numan Acar, Hilmi Özçelik, Onur Gürsoy,
Sadık GürbüzYönetmen:
Semir AslanyürekSenaryo:
Semir Aslanyürek, 2006, Dram.
Filmin hikayesi
Osmanlı’nın 1. Dünya Savaşı’na girdiği dönemde Anadolu’nun güneyinde ve bugünkü
Suriye topraklarında geçiyor. Köyün ağasının kızı Safiye ve yetim Mahmut
birbirlerine aşıklar. Gençler bir gün, köyden birine yakalanırlar. Bu durum
Safiye’nin babasının kulağına gider. Mahmut ve kızını birbirlerinden
uzaklaştırmak için haince bir plan yapar. Ağa, köy civarında tecavüze uğrayan
kızların öldürülmesine karar verir ve bunu yapacak gençler kurayla belirlenir.
Bu kurada hile yaparak Mahmut’un ‘kan gölü’ ne, kızları öldürmek için gitmesini
sağlar. Ancak Mahmut bunu yapamaz ve kaçar. Hikayemiz burdan sonra başlar.Film Suriye civarında geçmesine rağmen, bazı sahnelerde Ege yöresinden zeybek oynanması şaşırtıcı bir unsur. Türü dram olan filmde, müzikler, sahnelere göre uyumlu bir şekilde değişiklik gösteriyor ve kısa sürüyor. Özellikle asker çatışmalarının bir hayli inandırıcı olduğu ‘Eve Giden Yol’ da, bir o kadar az komik unsurlara yer verilmiş ve bu unsurlar tadında bırakılmış. Rastlantıların önemi, özellikle Safiye’nin kaçırıldığı sahnede üst seviyede. Bazı sahnelerde küçük unsurların gizli kalması merak uyandırıyor.
İstanbul Kanatlarımın Altında
Oyuncular: Ege Aydan, Okan Bayülgen, Haluk
Bilginer, Savaş Ay, Burak Sergen, Zuhal Olcay, Beatriz Rico
Yönetmen: Mustafa AltıoklarSenaryo: Mustafa Altıoklar, 1996, Fantastik, Dram, Duygusal, Macera.
Film 4.
Murat döneminde Hezarfen Ahmet Çelebi’nin uçma sevdasını konu alıyor. Filmin
başında çoğu olayın padişahın dışında gerçekleşmesi, bir saray çalışanının
padişaha saldırması ve kimsenin bunu umursamaması sahnenin gerçeklik açısından
inandırıcılığını kaybettiriyor. Murat’ın İstanbul’da düzeni tekrar sağlamaya
çalışmaları, 4 arkadaş olan karakterlerimizle
( Hazerfen Ahmet Çelebi, Lagari Çelebi, Bekri Mustafa ve Evliya Çelebi) beraber içki içmesi, aynı yerlere gitmesi, onlarla kendisini tanıtmadan beraber olması sonucunu doğuruyor. Murat, Ahmet ve Hasan’ın uçma isteklerini, bu amaçları için kuş vücuduyla insan vücudunu karşılaştırmak amacıyla bir ölünün vücudunu kesmelerine şahit oluyor ve onları yargılıyor. Filmde Okan Bayülgenin (Hasan) uçmak hakkındaki düşüncelerini, padişahı ikna etmeye çalışmasını içeren sahnede başarılı performansını görüyoruz. Hasan’ın bu konuşmaları padişahı ikna ediyor ve uçmayı gerçekleştirmelerine izin veriyor. Senaryo bu şekilde ilerliyor.
( Hazerfen Ahmet Çelebi, Lagari Çelebi, Bekri Mustafa ve Evliya Çelebi) beraber içki içmesi, aynı yerlere gitmesi, onlarla kendisini tanıtmadan beraber olması sonucunu doğuruyor. Murat, Ahmet ve Hasan’ın uçma isteklerini, bu amaçları için kuş vücuduyla insan vücudunu karşılaştırmak amacıyla bir ölünün vücudunu kesmelerine şahit oluyor ve onları yargılıyor. Filmde Okan Bayülgenin (Hasan) uçmak hakkındaki düşüncelerini, padişahı ikna etmeye çalışmasını içeren sahnede başarılı performansını görüyoruz. Hasan’ın bu konuşmaları padişahı ikna ediyor ve uçmayı gerçekleştirmelerine izin veriyor. Senaryo bu şekilde ilerliyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)